وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ |
41|34|İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. |
Turgut Kuzan ayet yorumu
Rabbimizin kötülüğe karşı en güzel şekilde karşılık verin EMRİ
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.
Fussilet Suresi 34. Ayet
Meali:
İyilikle kötülük eşit
olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün
ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un)
oluvermiştir.
Besairu'l Kur'an Tefsirinde ayet ile ilgili
açıklamanın bir kısmı:
34. “Hem iyilik de bir
değildir kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendisi
arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu
görürsün.”
Ey mü'minler! Şu anda kötülük ve kötüler,
kötülük taraftarları, size karşı çok güçlü, çok kalabalık görünüyor. Siz iyilik
taraftarları da bu kötüler karşısında kendinizi çok zayıf ve güçsüz
hissedebilirsiniz. Ama bilesiniz ki, kötülükle iyilik asla bir olmaz. Kötülük
taraftarlarıyla iyilik taraftarları asla bir olmaz. Unutmayın ki, kötülük
fıtraten zayıftır. Kötülük ne kadar güçlü görünürse görünsün yıkılmaya, yok
olmaya mahkumdur. Çünkü insan fıtratı kötülüğü asla sevmez. Kötülük,
asla taban tutmaz. Kötülük taraftarları hangi devirde olursa olsun, ne kadar da
çok olurlarsa olsunlar asla vicdanlarda kabul görmeyecektir. Kötüler, sadece
iyilerin vicdanlarında değil, kendi kendilerine de aslında kötü ve zalim
olduklarının farkındadırlar ve sürekli bunun ezikliği içinde bulunmaktadırlar.
Onlar sadece başkalarının
gözünde değil, aslında kendi vicdanlarında, kendi fıtratlarında yok olması
gereken varlıklardır. Bunun aksine iyilik taraftarları, İslâm ve müslümanlar
zâhiren zayıf da olsalar, güçsüz de olsalar sonunda onlar mutlaka insanlar
arasında kabul görecek ve galip geleceklerdir. Çünkü fıtrat bunu
gerektirmektedir. İslâm mutlaka eninde sonunda vicdanlarda kabul görecektir.
Bu, yeryüzünde Allah’ın fıtrat yasasıdır ve bunun değişmesi de kesinlikle
mümkün değildir. İyilik, İslâm yeryüzünde hiç savunucuları olmasa da kendi başına kalpleri
fetheden bir güçtür.
Öyleyse ey peygamberim! Ey
peygamber yolunun yolcuları! Sizler iyilikten yana olun! Sizler, size kötülük
yapmadan yana olanlara iyilikten, aftan yana olun! Size kötülük yapan kimselere karşı kötülük
yapma imkânına sahip olduğunuz halde kötülük yapmayın! Kötülük
yapana, kötülükle mukabelede bulunmamak ihsandır. Hattâ kötülük yapanlara karşı
kötülükle mukabelede bulunmadığınız gibi, üstelik onlara iyilikte bulunmanız
mesajınızın gönüllere nüfuzunu sağlayacaktır. Sizin bu ihsanınız karşısında en
zalim insanlar, en katı kalpliler bile eriyecek ve sonunda size düşmanlık
besleyen insanların size sıcak bir dost olduğunu göreceksiniz. Dün sizi yok
etmek isteyen zalimlerin, yarın sizin dâvânıza gönül verdiğini göreceksiniz.
Böyle gözü dönmüş, gemi azıya almış, size kötülük yapmak isteyen birine karşı o
anda söylenecek güzel bir söz, tatlı bir tebessüm, sakin bir konuşmanın, o anda
birdenbire ortamı değiştiriverdiği, kötülük yapmak isteyenin bile utanarak bu
kötülükten vazgeçtiği çok görülmüştür. Öyleyse daha büyük kötülüklere fırsat vermemek, daha büyük
felâketleri tevlit etmemek için, kötülük karşısında kötülüğü değil, kötülük
karşısında iyiliği tercih etmeliyiz. Tüm kötülükleri iyilikle savuşturmak
zorundayız.
Size küfreden birine
küfretmemeniz bir iyiliktir, ama ona küfretmemekle birlikte, onun yaptığını
yapmamakla birlikte bir de ona karşı duada bulunmanız en büyük iyiliktir. İşte
böyle kötülüğü iyilikle savuşturun. Ama bu gerçekten zordur. Bu gerçekten
nefislere zor, insanlara ağır gelir.
Kur'an Yolu Tefsiri
﴾34﴿ İyilikle kötülük bir
olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin
ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost
oluvermiş!
﴾35﴿ Bu sonuca ancak
sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi
olanlar ulaşabilir.
Zemahşerî, kötülüğün en
güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu
affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe
iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir
dost haline gelir” (III, 392). Râzî, âyetin bağlamını da dikkate alarak
buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir:
İyilikten maksat, Resûlullah’ın insanları hak
dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam
peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir.
Kötülükten maksat ise putperestlerin, “Bizi
çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır” (5. âyet); “Bu Kur’an’a kulak
vermeyin, okunurken gürültü çıkarın” (26. âyet) gibi ifadeleriyle
sergiledikleri aşağılık davranışlardır.
Âyette bir bakıma şöyle
buyurulmuş olmaktadır: “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan
da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan
dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da (kötülükleri
sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri
senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce
hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü
huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle,
verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da
kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk
ederler” (XXVII, 126-127).
Hz. Âişe, bir soru
dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir
(Müslim, “Müsâfirîn”, 139); Kur’an-ı Kerîm de Resûlullah’ı müslümanlara bir
davranış modeli olarak gösterdiğine göre (Ahzâb 33/21) her müslümanın iyiliğe
en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir
görevdir; buna göre âyet, bütün müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır.
Nitekim 35. âyetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca
kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda
yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işaret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın
birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi
olanlar” anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici
mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir (İbn Âşûr,
XXIV, 295). İbn Atıyye, “büyük pay” deyimiyle akıl ve erdemin kastedildiğini
belirtir; aynı müfessire göre bununla cennet ve uhrevî mükâfat da kastedilmiş
olabilir. Bu takdirde âyet uhrevî bir vaad içermektedir (V, 16).
Kötülüğe iyilikle karşılık
vermenin düşmanlıkları sıcak dostluklara çevireceği yönündeki açıklama, ahlâk
psikolojisi ve toplumsal barış açısından son derece önemli bir gerçeği ortaya
koymaktadır. Kuşkusuz insanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla
önlemek mümkündür; ancak hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta
tutmanın, hele bu yolla insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamanın,
kalıcı toplumsal ilişkiler kurmanın mümkün olmadığı hemen bütün siyaset ve
hukuk felsefecileri tarafından kabul edilmektedir. Özellikle bireysel
özgürlüklerin öne çıkarıldığı yönetimlerde bu özgürlüklerin anarşiye
dönüşmemesi için hakkına razı olmak, bağışlamak, yardımlaşmak, sıkıntıları
paylaşmak vb. feragat örneği davranışların geliştirilmesine, bunun için de
insanların bu yönde eğitilmelerine büyük ihtiyaç vardır. Bu yapıcı davranışların
en ileri derecesi, kişinin kendisine yapılan bir kötülüğü cezalandırması mümkün
olduğu halde bunu yapmak yerine bağışlama yolunu seçmesi, hatta kötülüğü
iyilikle karşılama yüceliğini gösterebilmesidir. İslâm ahlâkında bu erdemin adı
hilimdir. Nitekim İbn Atıyye âyetteki kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi
öğütleyen kısmın, “bütün ahlâk güzelliklerini ve hilim çeşitlerini” kapsadığını
belirtir ve selâm verme, öfke duygusunu bastırma, alacak-verecek ilişkilerinde
kolaylaştırıcı olma gibi güzel davranışları bu çerçevede değerlendirdikten
sonra Abdullah b. Abbas’ın şu sözünü aktarır: “Mümin kişi bu erdemli işleri
yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dahi ona saygı
duymasını sağlar” (V, 16). Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in feragate
dayalı ahlâkî tutumu ile siyasî ve sosyal başarıları arasında kesin bir
ilişkinin bulunduğu görülür.
Kur’an-ı Kerîm’in affetme,
kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle
ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından
anlaşılmaktadır (meselâ bk. Buhârî, “Menâkıb”, 32; “Hudûd”, 10, 12; Müslim,
“Hudûd”, 8, 9; “Fezâil”, 77); daha sonraki müslüman devlet ve hukuk adamlarının
görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur.
Kaynak : Kur'an Yolu
Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708-710
SEYYİD KUTUP Fi Zilalil Kuran Tefsiri :
34- İyilikle kötülük bir
olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir tavırla sav O zaman bakarsın ki seninle
arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.
"İyilikle kötülük bir
olmaz"
Davetçi kötülüğe kötülükle karşılık vermez.
Çünkü iyiliğin etkisi ile kötülüğün etkisi bir olmaz. -Nitekim
değerleri de bir değildir- İnsanların kötülüklerine karşı sabır göstermek,
hoşgörülü davranmak, nefsin isteklerinin üstüne çıkmak serkeş ruhları
uysallaştırır, yatıştırır, onlara güven duygusunu verir. Düşmanlığı dostluğa,
serkeşliği uysallığa dönüştürür.
"Sen kötülüğü en güzel
bir tavırla sav. O zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse
sanki sıcak bir dost oluvermiştir."
Birçok durumlarda bu
kuralın doğruluğu ortaya çıkmıştır. Güzel bir söz, yumuşak bir konuşma,
kontrolünü kaybetmiş, kızgın, öfkeli ve gururlu kişinin yüzünde beliren tatlı
bir tebessüm, heyecanı yumuşaklığa, kızgınlığı sakinliğe dönüştürür.
Oysa karşıdakinin davranışının aynısı ile
karşılık verecek olursa heyecan, öfke, kibir ve azgınlık gittikçe artar. En
sonunda utanma diye birşey kalmaz. Kontrolünü kaybeder ve günahları ile
övünmeye başlar.
Şu da var ki, böyle bir
hoşgörü, kötülükle karşılık vermeye gücü yettiği halde hoşgörülü davranmayı,
şefkat göstermeyi tercih eden büyük bir kalp sahibi olmayı gerektirir.
Hoşgörünün gereken etkiyi gösterebilmesi için böyle bir güce sahip bulunmak
zorundadır. Ta ki kötülük yapan kişi bu iyiliğin zayıflıktan kaynaklandığını
sanmasın. Eğer karşıdaki kişinin zayıf olduğu için böyle davrandığını
farkederse ona saygı göstermez. Ve iyiliğin hiçbir yararı olmaz.
Ayrıca bu hoşgörü insanın
şahsına yönelik kötülüklerle sınırlıdır. İnanç sistemine yönelik saldırılara ve
mü'minleri bu inanç sisteminden döndürme amaçlı baskılara karşı hoşgörülü
davranılamaz. Böyle bir durumda her türlü savunma önlemi alınmalı ve sonuna
kadar direnilmelidir. Ya da yüce Allah sorunu çözümleyene kadar inanca
bağlılıkta sabredilmelidir.
Bir insanın ulaştığı bir
derece; kötülüğü iyilikle savma, kin ve öfke gibi dürtüleri yenip hoşgörülü
davranma, nereye kadar hoşgörülü davranılacağını, nereye kadar kötülüğe
iyilikle karşılık verileceğini dengeleyebilme derecesi... Her insanın
ulaşamadığı bir derecedir. Çünkü böyle bir düzeye erişmek sabır
gerektirmektedir. Bu, aynı zamanda yüce Allah'ın çalışıp ta onu hakkeden
kullarına bahşettiği bir lütuftur.
Görüntülenme : 390
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir
İletişim : Turgut Kuzan [email protected]
Web sitemizi kullanırken karşılaştığınız problemleri, önerilerinizi lütfen e-posta ile iletiniz.
Bitişik Özne Zamirleri
(Merfû Muttasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
وا | ا | | Gâib (Eril) |
تُمْ | تُمَا | تَ | Muhatab (Eril) |
تُنَّ | تُما | تِ | Muhataba (Dişil) |
نا | تُ | Mütekellim (Cinsiyet farkı yok) |
Bitişik Nesne Zamirleri
(Mansûb Muttasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
هُمْ | هُمَا | هُ | Gâib |
onları, onların | o ikisini, o ikisinin | onu, onun | Eril |
هُنَّ | هُما | ها | Gâibe |
onları, onların | o ikisini, o ikisinin | onu, onun | Dişil |
كُمْ | كُمَا | كَ | Muhatab |
sizleri, sizlerin | siz ikinizi, siz ikinizin | seni, senin | Eril |
كُنَّ | كُمَا | كِ | Muhataba |
sizleri, sizlerin | siz ikinizi, siz ikinizin | seni, senin | Dişil |
نَا | ي | Mütekellim | |
bizi, bizim | beni, benim | Cinsiyet farkı yok |
Ayrık Özne Zamirleri
(Merfû Munfasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
هُمْ | هُمَا | هُو | Gâib |
Onlar | O ikisi | O | Eril |
هُنَّ | هُمَا | هِيَ | Gâibe |
Onlar | O ikisi | O | Dişil |
أَنْتُمْ | أَنْتُمَا | أَنْتَ | Muhatab |
Siz | Siz ikiniz | Sen | Eril |
أَنْتُنَّ | أَنْتُمَا | أَنْتِ | Muhataba |
Siz | Siz ikiniz | Sen | Dişil |
نَحْنُ | أَنا | Mütekellim | |
Biz | Ben | Cinsiyet farkı yok |
Ayrık Nesne Zamirleri
(Mansûb Munfasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
إيّاهُمْ | إيّاهُا | إيّاه | Gâib |
Onları, onlara | O ikisini, o ikisine | Onu, ona | Eril |
إيّاهُنّ | إيّاهُا | إيّاها | Gâibe |
Onları, onlara | O ikisini, o ikisine | Onu, Ona | Dişil |
إيّاكُمْ | إيّاكُمَا | إيّاكَ | Muhatab |
Sizleri, sizlere | Siz ikinizi, siz ikinize | Seni, sana | Eril |
إيّاكُنَّ | إيّاكُمَا | إيّاكِ | Muhataba |
Sizleri sizlere | Siz ikinizi, siz ikinize | Seni, sana | Dişil |
إيّانا | إيّاي | Mütekellim | |
Bizi, bizeَ | Beni, bana | Cinsiyet farkı yok |
Tümünü seç | Tümünü sil | Boşluk |
ـا | ـا | ا | ا |
ـب | ـبـ | بـ | ب |
ـت | ـتـ | تـ | ت |
ـث | ـثـ | ثـ | ث |
ـج | ـجـ | جـ | ج |
ـح | ـحـ | حـ | ح |
ـخ | ـخـ | خـ | خ |
ـد | ـد | د | د |
ـذ | ـذ | ذ | ذ |
ـر | ـر | ر | ر |
ـز | ـز | ز | ز |
ـس | ـسـ | سـ | س |
ـش | ـشـ | شـ | ش |
ـص | ـصـ | صـ | ص |
ـض | ـضـ | ضـ | ض |
ـط | ـطـ | طـ | ط |
ـظ | ـظـ | ظـ | ظ |
ـع | ـعـ | عـ | ع |
ـغ | ـغـ | غـ | غ |
ـف | ـفـ | فـ | ف |
ـق | ـقـ | قـ | ق |
ـك | ـكـ | كـ | ك |
ـل | ـلـ | لـ | ل |
ـم | ـمـ | مـ | م |
ـن | ـنـ | نـ | ن |
ـو | ـو | و | و |
ـه | ـهـ | هـ | هـ |
ـلا | ـلا | لا | لا |
ـي | ـيـ | يـ | ي |