وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِ اللّهِ إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ |
6|116|Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler. |
Turgut Kuzan ayet yorumu
Rabbimizin çoğunluğa değil hakka uyun EMRİ
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve
bereketi üzerimize olsun.
En’âm Suresi 116. Ayet
Meali:
Yeryüzünde olanların
çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar
ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.'
Besairu'l Kur'an Tefsirinde ayet ile ilgili
açıklamanın bir kısmı:
116. “Yeryüzündekilerin
çoğunluğuna itaat edersen seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna
uyarlar, sadece tahminde bulunurlar.”
Yol, çoğunluğun yolu
değildir. Yol ekseriyetin yolu değil, Allah’ın yoludur. Eğer sen
yeryüzündekilerin ekseriyetinin yolunda gidersen seni Allah yolundan
saptırırlar. Allahu Ekber. Sözün ilk muhatabının kim olduğunu biliyoruz.
Peygamberimize söyleniyor. Sen onların ekseriyetini dinlersen seni yoldan
ederler. Çünkü herkes kendi inancının davetçisidir. Kim neye inanıyorsa herkes
öyle olsun istiyor. Hattâ adamlar kendilerinin zanna uyduklarını bile
bilmiyorlar. Halbuki onlar zannediyorlar ve sadece atıyorlar. Varsın onlar be
yaptıklarını fark etmesinler, ama Allah peygamberine fark ettiriyor.
Yeryüzünde yaşayan
insanların pek çoğunun, kısm-ı âzâmisinin, ekseriyetinin hakkı kabule
yanaşmadığı, insanların çoğunun Allah’ın hükümlerinin dışında kalıp Allah’a
kulluktan kaçtığı gerçeğinden hareketle, kâfirlerin ve müşriklerin yeryüzünde
çokluğuna bakarak; madem ki insanların çoğu Allah’ı tanımıyor, madem ki
inanların çoğu Allah’ın dinini reddediyor, madem ki insanların çoğunluğu
Allah’ı ve Allah’ın yasalarını hesaba katmadan yaşamayı yeğliyor. Madem ki
çoğunluk böyledir, mademki çoğunluk böyle düşünüyor, böyle inanıyor öyleyse biz
de çoğunluğun yolunda olmalıyız. Öyleyse biz de çoğunluğun tasvip edip
benimsediği bir hayatı yaşamalıyız diyebilir insanlar.
Eğer insanlar Allah’a gönül
vermemişlerse, eğer insanlar inanç boyutunda peygamberle bütünleşmemişlerse,
iradelerini, Benliklerini, kimliklerini vahye teslim etmemişler, vahiyle
oluşturmamışlarsa, kesinlikle bilelim ki onları dinleyen peygamber bile olsa,
imkân bulurlar onu bile saptırmaya çalışırlar. O zaman ey müslüman, toplum
içinde tavrın şöyle olsun, kadınlığın böyle, kocalığın şöyle olsun, sofran
şöyle, kazanman harcaman böyle olsun diyenleri dinlerken çok dikkat edin.
Hayatında ticareti kocalarından gören nice kadınlar, sonunda ticarette
kocalarının baş danışmanı oluyorlar. Birilerini dinlemeye başladınız mı size
yol gösterirler. Yâni o dinlediğiniz insanlar, akıl sorduğunuz insanlar gel
beraber bu konuyu Allah ve Resûlüne soralım demezler. İşte konunun odak noktası
da burada düğümleniyor. Yâni âyetin anlatmak istediği işte budur. Sosyal hayatın
problemlerini çözmeye çalışanlar problemi herkese sorarlar, objektif bir çözüm
için bunu ana prensip kabul ederler. Allah’a ve peygambere sormayı akıllarının
ucundan bile geçirmezler. Acaba bu konuda Kur’an ne diyor? Peygamber ne
öneriyor? Hiç ilgilenmezler. Acaba Allah bu konuyu bilmez diye mi sormuyorlar,
yoksa bunun da Allah’a sorulacağını mı bilmiyorlar? En iyimser ifadeyle
söyleyelim; Allahu âlem bu insanlar Kurân’da ve sünnette de bunun çözüme
ulaşacağını bilmiyorlar.
Peki bırakın beni, peygamber
bile danışsa saptıracak olan bu insanların kendileri ne yapıyorlar? Allah diyor
ki; onlar sadece zanna tabi oluyorlar. Galiba, zannederim, herhalde, farz
ederim, bana göre, diyelim ki, atıyorum, meselâ… diye başlıyorlar. Adamların
yaptıklarının hepsi bu. Soruyorsunuz, beyefendi bunları söylerken nereye
dayandınız? Adam gayet rahat koltuğuna yaslanıyor ve konuşuyor. Bakara’ya, Âl-i
İmrân’a, En’âm’a, Nisâ’ya, Buhârî’ye, Müslim’e dayanacak değil ya.
Sadece atıyorlar adamlar.
Kur’an’ın beyanına göre talan söyleyip saçmalamak anlamına gelen bu atmasyon
işini, şeytan müslümanların diline yerleştiriverdi. Dinleyin insanları, misâl
verecek adam, atıyorum diyor. Yahu sen atıyorsan ben de tutmuyorum,
dinlemiyorum. At gitsin bana ne? Yâni senin bu atmasyonunun benim dünyamda yeri
ne? Niye dinleyecekmişim seni? Atana itibar edilir mi? İşkembeden atanlar
dinlenir mi? Atan bir adam neresinden atarsa atsın hiçbir değeri yoktur. Çünkü
Allah’la yarışmaya kalkışan bir adam nereden atar da? Allah bir konuda bir şey
dedikten sonra, doğruyu yanlışı ortaya koyduktan sonra ve Onun ortaya koydu
gerçekler tastamam doğruysa Onunla yarışa kalkışanlar nereden atarlar? Bakın
Resûl-i Ekrem Efendimiz sahâbe-i kirâm efendilerimize bir şey sorduklarında,
onlar şöyle diyorlardı; “Allahu ve Resûlühü a’lem.” Allah ve Resûlü daha iyi
bilir. Bunu en bilen Allah ve Resûlüdür. Söyle ey Allah’ın resûlü biz sizden
öğrenmeye hazırız diyorlar.
Öyleyse pek çok insanı
dinleseniz onlar sizi saptırırlar. Ev mi yaptıracaksınız? Dükkan mı
açacaksınız? Evlenecek misiniz? Sorun sağdan, soldan komşularınıza.
Akrabalarınıza, amcanıza, dayınıza, halanıza, teyzenize. Neler diyecekler
onlar? Neler demeyecekler ki? Peki Allah’a ve Resûlüne sorsanız acaba bilirle
mi ki? Bir fikirleri var mı ki bu konuda? Meselâ çok derin bir hoca efendi
talebesine nasihat ediyor; evlâdım, evleneceğin kız kesinlikle Üniversite
mezunu olsun. Hangi bölüm olursa olsun, yeter ki yüksek okul mezunu olsun,
çünkü senin evden çıkarken gösterdiğin kitaptan fişleri akşama kadar evde
yazarsa, senin için hazırlayacağı baldan, baklavadan daha hayırlıdır.
Fe sübhanallah, sekreter
filan mı alıyordu ki? Yoksa asistan mı? Öyleyse evlenecek olanlar, ev
yaptıracak olanlar, dükkan açacak olanlar, hülasa hayatının her bir döneminde,
pozitif ve negatif eylemlerinin tümünde pek çoğu saptırıcı olarak ortaya konan
insanları değil, Allah ve Resûlünü dinleyin. Allah ve Resûlüne sorun.
Demokrasiye göre,
demokratik anlayışa göre, demokrasi dinine göre her ne kadar çoğunluğun
egemenliğini kabul edip bunu yasallaştırmışlarsa da görüyoruz ki tüm demokratik
ülkelerde toplumlara hükmedenler hiç de dedikleri gibi çoğunluğu temsil
etmiyorlar.
Meselâ bu milletin yüzde doksan sekizi bir
araya gelip; biz İslâm’ı istiyoruz, biz Allah’ın dinini istiyoruz, biz Allah’ın
sistemini yaşamak istiyoruz, biz sadece Rabbimize kulluk yapmak, sadece
Rabbimizin yasalarını uygulamak istiyoruz deseler, yine de bu hak onlara
verilmez. Niye? Çünkü onlar ayrılıkçıdır. Ötekiler toplumun yüzde ikisini
teşkil etseler bile bu yüzde ikiyi teşkil edenler ayrılıkçı değil, ama yüzde
doksan sekiz ayrılıkçıdır. Yüzde ikiyi teşkil edenler birlikten
yanadır, ama bu yüzde doksan sekizi teşkil edenler bölmeden, bölücülükten
yanadır. Halbuki ayrılıkçının kim olduğunu Allah söylüyor. İslâm’dan ayrılan kişi ayrılıkçıdır. İslâm
köktür, İslâm asıldır; kim ondan ayrılmışsa, kim onu terk etmiş başka şeylerin
peşine takılmışsa işte o ayrılığa düşmüş demektir.
Aslında asıl olan
İslâm’dır. Hz. Âdem’den ve Hz. İbrahim’den bu yana kök İslâm’dır. Kim ondan
ayrılırsa onlar ayrılığın içine düşmüş olacaklardır. İslâm asıl olunca, nerede
olursa olsun İslâm’dan yana olan, İslâm’dan söz eden kişi, birlikten ve
beraberlikten söz ediyor demektir. Ama ne gariptir ki bugün birileri bir
yerlerde İslâm’dan, dinden bahsedince birileri hemen onun ayrılıkçı olduğunu,
ayrılık tohumları ekmeye çalıştığını söylüyorlar. Dinden, İslâm’dan
bahsedenlere fitne çıkarıyorsunuz, ayrılık yapmaya çalışıyorsunuz diyorlar.
Allah diyor ki, bakmayın siz onlara, asıl ayrılıkçı olanlar, asıl fitne çıkaranlar,
asıl bölücü olanlar kendileridir. İslâm asıl olduğuna göre İslâm’dan kopanlar,
İslâm’dan ayrılanlar ayrılık tohumları ekenlerin tâ kendileridirler.
Şunu demek istiyorum, tüm demokratik
ülkelerde öyle yutturmaya çalıştıkları gibi toplumlara hükmedenler hiç de
çoğunluğu ve çoğunluğun görüşünü temsil etmiyorlar, çok küçük bir azınlık
çoğunluğa hükmediyor. Müslümanlar onlar nazarında yüzde doksan dokuzu da temsil
etse onlar yine azınlıktır, kendileri de yüzde biri ifade etse de egemenlik
onların ellerindedir. Yâni yüzde doksana karşı yüzde beşin, yüzde onun
hükmettiğini görüyoruz. Ama durum tamamen bunun aksine olsa, yâni yaşadığımız
bu ülkede insanların tamamı küfrü tercih etmiş olsalar bile ve biz de tek
başına kalmış olsak bile, yanımızda bizimle yürüyecek bir tek insan kalmamış
olsa bile hiç önemli değildir. Biz Allah ve Resulünün tarif ettiği yolda
yürümek zorundayız bunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız. Kur’an’la
biliyoruz ki İbrahim (a.s) tek başına bir ümmetti. Yanımızda bizi destekleyenlerin
olup olmaması bizim için hiç de önemli değildir. Önemli olan bizim Allah’ın
kitabına uyup uymamamızdır. Allah’ın dinine göre Allah’ın hak dediği haktır, bâtıl
dediği de bâtıldır. Demokrasilerde ise çoğunluğun hak dediği haktır, bâtıl
dediği de bâtıldır. Allah’ın sistemiyle demokrasi temelde birbirine zıttır.
İşte Rabbimiz âyet-i kerîmesinde bunu anlatıyor.
Eğer Allah’a değil de
yeryüzündekilere, insanların çoğunluğuna itaat ederseniz, baba, ana, eş, dost,
menfaat, çevre ve piyasaya uyarsanız, onlar saptırırlar sizi diyor Rabbimiz.
Üstelik bu söz peygambere söyleniyor. Peygamberini kendisi desteklediği halde
ve onun sapması mümkün olmadığı halde Rabbimiz onu bile uyarıyor. Bu desteğine
rağmen bu istikâmetine rağmen Allah’ın Resulü bile azıcık Allah’a kulluktan
taviz verip onlara meylediverse, onu bile saptırırlar diyor Rabbimiz.
Toplumu ve ekseriyeti
dinlemeye kalkıştığımız zaman bizi kesinlikle haktan saptıracaklarını
unutmamalıyız. Çünkü hakka istinat etmeyen çoğunluk zanna uymaktadır. Her
hangi bir bilgiyle, hakka istinat eden bir ilimle değil, sadece zan ile
hükmediyorlar, zanla hareket ediyorlar. Onlar gerçek bilgiyi reddetmişler,
vahyi reddetmişler, Allah’ı ve Allah’tan gelen bilgiyi reddetmişlerdir. Sadece
zannı ve yalanı temel kabul edip hayatlarını ona bina etmişlerdir. Bunlar zanna
tâbi olduklarından bugün bir kanun yaparlar, ertesi gün tamamen aksine bir
görüş ortaya koyarlar. Bugün güzel dediklerine yarın çirkin derler. Meselâ dün
bu çoğunluk, doğan bir çocuk en az altı ay anasını emmeli diyordu, şimdi ise
imal ettikleri mamaları satılsın diye çocuk annesini hiç emmemeli diyorlar. Şu
şöyle olmalı, bu böyle olmalı diyorlar ve dediklerinin tamamında da sadece
zanna uyuyorlar ve atıyorlar. Öyleyse kesinlikle İslâm’da çoğunluğa uymak yoktur.
Efendim ne yapalım herkes
böyle düşünüyormuş, herkes böyle yaşıyormuş, herkes çocuklarını filan filan
okullara gönderiyormuş, herkes şöyle giyiniyormuş, böyle soyunuyormuş bunların
hiç birisi bizi ilgilendirmez. Çünkü bunların hiç birisi bizi cennete götürecek
yollar değildir. İnsanlar böyle düşünüyor diye, insanlar şöyle yaşıyorlar diye
eğer biz de onlar gibi düşünmeye, onlar gibi yaşamaya kalkarsak o zaman
unutmayalım ki sonunda biz de o çoğunluğun gittiği yere gitmek zorunda
kalacağız bunu hiç bir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Sadece yaşadığımız bölgede
değil, şu anda dünya üzerinde altı yedi milyar insan yaşıyorsa bile ve bunların
tümünün istediği, razı olduğu ve arzu ettiği bir sistemi oturtmak zorundayız
deseler bile, Rabbimizin âyetine göre bu caiz değildir. Madem ki çoğunluk böyle
istiyor, madem ki toplum böyle istiyor, madem ki insanlık böyle istiyor öyleyse
biz de bu insanların yaptıklarını yapmak zorundayız düşüncesinin bâtıl olduğunu
anlatıyor Rabbimiz. Çünkü çoğunluk ölçü değildir. Çoğunluk için istenmez, Allah için
istenir. Çoğunluk için yapılmaz, Allah için yapılır. Bir amelin yaptırıcı Allah
değilse, kim olursa olsun o amel bâtıldır.
Rabbimiz diyor ki ey
kullarım! Dünya üzerinde çoğunluğun ya da azınlığın istediği, razı olduğu bir
hayatı yaşamayı kabul ederek bir dünya yaşarsanız, hayat programınızı buna bina
ederseniz bu size asla felah getirmeyecektir. Tüm dünya insanlığı Müslüman olsa
bile, ya da tüm dünya kâfir olsa bile bize düşen onların çoğunluğu adına bir
hayat yaşamak değil, Allah adına ve Allah’ın belirlediği biçimde bir hayat
yaşamaktır. Çünkü şunu asla unutmayalım ki yeryüzündeki insanların tamamı kâfir
olsa da onların içinden bir tek insan Allah’ın istediği hayatı yaşadığı zaman
nasıl cennete gidecekse, bunun zıddını yapan bir kimse de cehenneme gidecektir.
Kur'an Yolu Tefsiri
Kur’an dilinde zan, çoğu
yerde “delile dayanmadığı, bu yüzden de hatalı olduğu halde sahibinin gerçek ve
sahih saydığı inanç” anlamında kullanılır. Müfessirler genellikle âyet
metnindeki yahrusûn fiilini “yalan söylerler” mânasında anlamışlarsa da İbn
Âşûr kelimenin buradaki mânasının “temelsiz tahminde bulunurlar” anlamına
geldiğini savunmuştur.
Kur’an’da arz kelimesi hem
bütünüyle “dünya” hem de belli bir “ülke” veya “şehir” (bk. Mâide 5/21; İsrâ
17/104) anlamında kullanılır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki arz ile
bütün dünya kastedilmiştir; ancak bu âyette sadece Mekke’nin ve Mekkeli
müşriklerin söz konusu edildiği görüşü de vardır (Şevkânî, II, 179). Asıl
vurgulanan husus, dinî ve dünyevî meselelerde insanların çoğunluğunun belli
bir görüş, inanç ve yaşayış biçimini seçtiğine bakarak, sadece buradan
hareketle bunun doğru olduğunu zannetmenin ve onlara uymanın her zaman isabetli
olmayacağıdır. Zira bu çoğunluk, inançlarını ve hayat tarzlarını oluşturup
belirlerken aklıselime, gerçek bilgiye ve temiz vicdana dayanmak yerine –Mekke
müşriklerinde görüldüğü gibi– kuruntulara, zan ve tahminlere de dayanıyor
olabilirler. Bu sebeple Hz. Muhammed’in şahsında müslümanlar, inanç
ve yaşayışlarını, nefsânî meyil ve güdüler, zan ve tahminler veya yalanlar
üzerine kuran çoğunluğu taklit edip onlara uymaktan sakındırılmıştır.
Kaynak : Kur'an Yolu
Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 460
SEYYİD KUTUP Fi Zilalil Kuran Tefsiri :
"Eğer sen yeryüzünde
yaşayan insanların çoğuna uyacak olursan, bunlar seni Allah'ın yolundan
saptırırlar. Onlar sadece zanların, sanıların peşinden giderler, sırf tahmin
yürütürler."
Yeryüzünde yaşayanların -tıpkı günümüz gibi-
çoğunluğu cahiliye mensubuydu. Tüm işlerinde Allah'ı hakem yapmıyorlardı. Allah'ın
kitabında bildirdiği şeriatı bütünüyle kanun edinmiyorlardı. Düşüncelerini ve
fikirlerini, düşünce ve hayat metodlarını Allah'ın yol göstericiliğinden ve
direktiflerinden almıyorlardı. Bu yüzden -tıpkı günümüz gibi-
cahiliye sapıklığına dalınışlardı. Gerçeğe dayanan, gerçekten alınan bir görüş
ileri sürmeleri, bir söz söylemeleri mümkün değildi. Kendilerine uyanı,
yollarını, takip edeni sapıklıktan başka bir şeye yöneltmezlerdi. Tıpkı
günümüzde olduğu gibi kesin bilgiyi bırakıp zan ve sezgilere uyuyorlardı. Oysa
zan ve sezgi olsa olsa sapıklıkla sonuçlanırdı. Bu nedenle Allah'ın yolundan
sapmaması için yüce Allah peygamberini onlara uymaktan, onları takip etmekten
sakındırıyor, hem de bu şekilde genel bir ifadeyle. Ayetlerin akışında ele
alınacağı gibi, söz konusu edilen konunun bazı kesilen hayvanların helâl ya da
haram oluşuyla ilgili olmasına rağmen.
Ardından, şu doğru
yoldadır, şu da sapıklıktadır diye kullar hakkında hüküm verenin tek başına
yüce Allah olduğu belirtilmektedir. Çünkü kulların gerçek mahiyetini sadece
yüce Allah bilebilir, neyin hidayet, neyin sapıklık olduğunu ancak O
belirleyebilir.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
116. Eğer sen,
yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar.
Onlar ancak zanna uyarlar ve yine onlar ancak yalan
söyler dururlar.
117. Muhakkak ki Rabbin,
yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete ermiş olanları da en iyi
bilendir.
118. Eğer O'nun âyetlerine
iman etmişler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin.
1- Ferrâ'nın zikrettiğine
göre kâfirler müslümanlara:
"Kendi
öldürdüklerinizi yiyorsunuz da Rabbınızın öldürdüğünü mü yemiyorsunuz?"
demişlerdi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu."
2- Ebu Salih kanalıyla İbn
Abbâs'tan rivayetinde ise o şöyle anlatıyor:
"Allah Tealâ, ölü
etinin yenilmesini haram kılınca müşrikler müslümanlara:
"Bir de Allah'a
tapındığınızı iddia ediyorsunuz. Halbuki Allah'ın öldürdüğü -ölü hayvanı
kastediyorlar- yemenize kendi öldürdüklerinizden daha lâyıktır." dediler
de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu."
3- Abdullah ibn Abbâs
anlatıyor:
"Birtakım kimseler
Allah'ın Rasûlü (s.a.v.)'ne geldiler ve:
"Ey Allah'ın elçisi,
Neden kendi öldürdüklerimizi (Allah'ın adını anarak boğazladığımız hayvanların
etini) yiyoruz da Allah'ın öldürdüklerini (ölü hayvan etini, bizim öldürmemizle
değil de kendi kendine veya başka bir sebeple ölen hayvanın etini)
yemiyoruz?" diye sordular da Allah Tealâ bu âyetleri indirdi.
4- Bu iki hadisenin -ki aynı hadise olması, yani ikisinin bir tek hadise olması kuvvetle muhtemeldir- yine bu surenin 121. âyetinin nüzul sebebi olduğuna dair rivayetler biraz sonra gelecektir. Aslında bu âyet-i kerimelerden başlıyarak 121. âyete kadarki âyetler hep aynı siyak üzeredir ve herhalde bu hadise üzerine bütün bu âyetler inmiş olmalıdır.
Görüntülenme : 51
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir
İletişim : Turgut Kuzan [email protected]
Web sitemizi kullanırken karşılaştığınız problemleri, önerilerinizi lütfen e-posta ile iletiniz.
Bitişik Özne Zamirleri
(Merfû Muttasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
وا | ا | | Gâib (Eril) |
تُمْ | تُمَا | تَ | Muhatab (Eril) |
تُنَّ | تُما | تِ | Muhataba (Dişil) |
نا | تُ | Mütekellim (Cinsiyet farkı yok) |
Bitişik Nesne Zamirleri
(Mansûb Muttasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
هُمْ | هُمَا | هُ | Gâib |
onları, onların | o ikisini, o ikisinin | onu, onun | Eril |
هُنَّ | هُما | ها | Gâibe |
onları, onların | o ikisini, o ikisinin | onu, onun | Dişil |
كُمْ | كُمَا | كَ | Muhatab |
sizleri, sizlerin | siz ikinizi, siz ikinizin | seni, senin | Eril |
كُنَّ | كُمَا | كِ | Muhataba |
sizleri, sizlerin | siz ikinizi, siz ikinizin | seni, senin | Dişil |
نَا | ي | Mütekellim | |
bizi, bizim | beni, benim | Cinsiyet farkı yok |
Ayrık Özne Zamirleri
(Merfû Munfasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
هُمْ | هُمَا | هُو | Gâib |
Onlar | O ikisi | O | Eril |
هُنَّ | هُمَا | هِيَ | Gâibe |
Onlar | O ikisi | O | Dişil |
أَنْتُمْ | أَنْتُمَا | أَنْتَ | Muhatab |
Siz | Siz ikiniz | Sen | Eril |
أَنْتُنَّ | أَنْتُمَا | أَنْتِ | Muhataba |
Siz | Siz ikiniz | Sen | Dişil |
نَحْنُ | أَنا | Mütekellim | |
Biz | Ben | Cinsiyet farkı yok |
Ayrık Nesne Zamirleri
(Mansûb Munfasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
إيّاهُمْ | إيّاهُا | إيّاه | Gâib |
Onları, onlara | O ikisini, o ikisine | Onu, ona | Eril |
إيّاهُنّ | إيّاهُا | إيّاها | Gâibe |
Onları, onlara | O ikisini, o ikisine | Onu, Ona | Dişil |
إيّاكُمْ | إيّاكُمَا | إيّاكَ | Muhatab |
Sizleri, sizlere | Siz ikinizi, siz ikinize | Seni, sana | Eril |
إيّاكُنَّ | إيّاكُمَا | إيّاكِ | Muhataba |
Sizleri sizlere | Siz ikinizi, siz ikinize | Seni, sana | Dişil |
إيّانا | إيّاي | Mütekellim | |
Bizi, bizeَ | Beni, bana | Cinsiyet farkı yok |
Tümünü seç | Tümünü sil | Boşluk |
ـا | ـا | ا | ا |
ـب | ـبـ | بـ | ب |
ـت | ـتـ | تـ | ت |
ـث | ـثـ | ثـ | ث |
ـج | ـجـ | جـ | ج |
ـح | ـحـ | حـ | ح |
ـخ | ـخـ | خـ | خ |
ـد | ـد | د | د |
ـذ | ـذ | ذ | ذ |
ـر | ـر | ر | ر |
ـز | ـز | ز | ز |
ـس | ـسـ | سـ | س |
ـش | ـشـ | شـ | ش |
ـص | ـصـ | صـ | ص |
ـض | ـضـ | ضـ | ض |
ـط | ـطـ | طـ | ط |
ـظ | ـظـ | ظـ | ظ |
ـع | ـعـ | عـ | ع |
ـغ | ـغـ | غـ | غ |
ـف | ـفـ | فـ | ف |
ـق | ـقـ | قـ | ق |
ـك | ـكـ | كـ | ك |
ـل | ـلـ | لـ | ل |
ـم | ـمـ | مـ | م |
ـن | ـنـ | نـ | ن |
ـو | ـو | و | و |
ـه | ـهـ | هـ | هـ |
ـلا | ـلا | لا | لا |
ـي | ـيـ | يـ | ي |