الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ |
3|134|Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. |
Turgut Kuzan ayet yorumu
Rabbimizin öfkenizi yenin EMRİ
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve
bereketi üzerimize olsun.
Âl-i İmrân Suresi 134. Ayet Meali:
Onlar, bollukta da, darlıkta da
infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile
(vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
Besairu'l Kur'an Tefsirinde ayet ile ilgili
açıklamanın bir kısmı:
134. “Onlar bollukta ve yoklukta
sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah
iyilik yapanları sever.”
Evet o muttakiler, o hayatlarını
Allah için yaşayanlar, bollukta ve darlıkta infak ederler. Sahip olduklarını
Allah kullarıyla paylaşmanın kavgasını verirler. Elleri dar olduğu zaman da,
geniş olduğu zaman da, hasta oldukları zaman da, sıkıntılı oldukları zaman da
bütün hallerinde infak ederler.
Gazaplandıkları zaman da
gazaplarını yenenler. Öfkelendikleri zaman öfkelerini yutarlar. Öfkelendikleri
zaman bağışlayanlardır onlar. Kin peşine düşmezler, Allah’ın kullarının
kusurlarına, hatalarına noksanlıklarına karşı gazaplanmazlar, gazaplandıkları
zaman da öf-kelerini yenmesini bilirler onlar. Gazaplandıklarından intikam
almaya kalkmazlar. Kötülük edenlere karşı afla muamele ederler.
Evet bunlar günahlardan,
hayasızlıklarsan sakınan ve de gazaplandıklarında da bağışlayanlardır. Kindar
olmayan, kin ve intikam peşine düşmeyen, Allah kullarının hatalarının,
noksanlıklarının ardına düşmeyen kimselerdir. Öfkelendikleri zaman öfkelerini
yenmesini bilen insanlardır. Suçları örten, hataları bağışlayan kimselerdir.
Bu konuda aklıma güzel bir örnek
geldi, inşallah söyleyeyim. Allahu âlem Abdullah İbni Mübârek Efendimizin bir
hizmetçisi bir gün bir ibrikle onun abdest suyunu dökerken bir kaza sonucu
ibriği yüzüne çarpar ve Abdullah İbni Mübareğin yüzü kanar. Tam kızacakken
hemen câriye bu âyetin “Vel kâzımiynel gayza” bölümü okur, İbni Mübarek Efendimiz
gazabını yener. Câriye arkasından “Vel âfiyne anin nâs” bölümünü okuyunca İbni
Mübarek Efendimiz tamam seni affettim buyurur. Arkasından câriye “Vallahü
yühibbü’l muhsinîn” bölümünü okuyunca İbni Mübarek der ki “haydi git seni âzâd
ettim”. Âyeti okuyan da yerinde okuyor, değerlendiren de yerinde
değerlendiriyor.
Gazap; insanın öfke ile insanlıktan çıktığı
andır. İnsanlık, kişinin önündeki iki seçenekten, iki hadîseden birini seçme
özelliğidir. Halbuki insan gazaplanınca seçme özelliği gider ondan. Dolayısıyla
bu durumda insan insanlıktan çıkmıştır. Bundan sonra pek çok
muharremat birbirini takip eder. Harpler, darpler, kavgalar, katl olayları,
zulümler düşmanlıklar, kazf, yalan isnâdı, iftira, talâk ve tüm fuhşiyatlar
hepsi hepsi gazaplanmanın sonunda meydana gelir.
İşte böyle gazaplandığı bir anda,
gazap makamında bulunduğu bir durumda gazabına sahip çıkarak, kendisine sahip
çıkarak gazabının gereğini yapmayan, Allah’ın kendisinden istediklerinin dışına
çıkmayan kimse muttakidir ve Allah’ın cennetini hak etmiş kimsedir. Çünkü Allah
muhsinleri sever. Allah kendisini görüyormuşçasına bir hayat yaşayanları sever.
İnsanlara karşı tavırlarını, davranışlarını Allah huzurunda olduğunu unutmadan
ayarlayanları, Allah huzurunda, Allah kontrolünde olma şuuru içinde gazabını
yenerek Allah’a lâyık davranışlar sergileyenleri Allah sever.
Ama tabi hiç öfkelenmeyeceğiz demek değildir
bu. Öfkelenilmesi gereken yerlerde de mutlaka öfkelenmek zorundayız. Allah’ın
âyetleri çiğnendiği zaman, Allah’ın diniyle, Allah’ın yasalarıyla, Allah’ın
elçisiyle alay söz konusu olduğu zaman, Allah’a düşmanlık söz konusu olduğu
zaman bir müslümanın öfkelenmesi vaciptir. İşte Rabbimizin insan
fıtratına koyduğu gazap yasası burada geçerlidir. Böyle yerlerde müslüman
gazaplanmalıdır. Diniyle alay edildiğini, Allah’ın âyetleriyle, Allah’ın
şeriatıyla alay edildiğini gördüğü yerde bir müslümanın yerinde duramaz hale
gelip alaycıların beyinlerinde patlayacak bir bomba gibi gazaplanması
gerekmektedir. Allah düşmanlarının suratlarında patlayacak bir şamar gibi
gazaplanması gerekmektedir.
Zaten böyle durumlarda
gazaplanmayan bir kimsenin müslümanlığından da şüphe edilir. Gözlerinin önünde
Allah’ın emirlerinin çiğnenmesi karşısında gazaplanmamak zilletin ta
kendisidir.
Hattâ İmam Şafiî Efendimiz
kızılması gereken bir durum görüp de kızmayan kimsenin eşek olduğunu söyler.
Evet Allah’ın gazabının olduğu yerde müslüman da gazaplanmak zorundadır.
Mü’minler Rablerinin gazabıyla gazaplanan, rızası sebebiyle de razı olan
insanlardır.
Bakın A’râf sûresinin 154. âyetinde
Allah’ın gazabını celp edecek bir konumda toplumunun kendisinin yokluğunda
Allah’ı unutup onun yerine buzağıya tapındıklarını ve şirke düştüklerini
görünce Hz. Mûsâ (a.s)’ın da son derece gazaplandığı, hattâ Tevrat levhâlârını
elinden attığı ve gazabı dinince onları yeniden eline aldığı anlatılır. Elbette
çevresindekilerin Allah’a kulluğu bırakıp da tâğutların peşine takıldıklarını,
Allah yasalarını terk edip insan yasalarına kul köle olduklarını, cennet yolunu
terk edip süratlice cehenneme doğru gittiklerini gören bir müslümanın bu duruma
gazaplanmaması mümkün değildir. Bir müslümanın böyle bir durumda rahat bir
hayat yaşaması mümkün değildir. Bu durumu değiştirmek ve Allah’ın gazabından
korunmak için bir müslümanın elinden ne geliyorsa yapması gerekmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri
﴾134﴿ Onlar (takvâ sahipleri)
bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları
affederler. Allah işini güzel yapanları sever.
﴾135﴿ Onlar çirkin bir şey
yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da
hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim
bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.
134 ve 135. âyetlerde ise İslâm’da
ideal ahlâk tipi olan “takvâ sahibi (müttaki) insan”ın temel ahlâkî nitelikleri
sayılmaktadır. Bunlar her durumda cömert olmak, öfkeyi yenmek, insanları
bağışlamak, kendi hatasını kabul etmek ve bundan vazgeçmek gibi niteliklerdir.
Bu vasıflar, ancak ihtirasları ve bencil duyguları karşısında hürriyetine
kavuşmuş üstün ruhların erdemleridir.
Sözlükte “örtmek” anlamına gelen
mağfiret kelimesi, terim olarak “yüce Allah’ın, kulların suç ve günahlarını
affetmesi” anlamında kullanılmaktadır. Cennet de sözlükte “bahçe, bitki ve sık
ağaçlarla örtülü yer” demektir. Terim olarak cennet, “çeşitli nimetlerle
bezenmiş olan ve içinde müminlerin ebedî olarak kalacakları âhiret yurdu”
anlamına gelir. İbn Âşûr’a göre âyetteki “gökler ve yer kadar geniş olan”
kaydı, cennetin sınırlarını gösteren değil, temsilî olarak cennetin çok büyük
ve geniş olduğunu ifade eden bir kayıttır. Nitekim Hadîd sûresinin 21. âyetinde
bu durum açıkça ifade buyurulmuştur (IV, 89; cennet hakkında bilgi için bk. Bakara
2/25).
134. âyette geçen serrâ’ kelimesi tefsirlerde
“sevinç ve rahatlık veren durum”; darrâ’ ise “zarar ve sıkıntı veren durum”
şeklinde açıklanmıştır. Buna göre buradaki iki tür harcama,
“zenginlik ve fakirlik halinde”, “sevinçli ve kederli zamanlarda”, “hayatta
iken ve ölüme bağlı tasarruf yoluyla” yapılan harcamalar şeklinde anlaşıldığı
gibi “akrabaya sevinç veren yardımlar ve düşmanı yenilgiye uğratmak için
yapılan masraflar” şeklinde de anlaşılabilir.
Yüce Allah, bir önceki âyette
kullarını takvâ sahipleri için hazırlanmış olan cenneti kazanmak maksadıyla
yarışmaya çağırınca, takvâ sahiplerinin kimler olduğu ve hangi nitelikleri
taşıdıkları merak konusu olmuş; bu sebeple bu âyetlerde takvâ sahiplerinin nitelikleri
anlatılmıştır. Bunlar:
a) Bollukta ve darlıkta Allah
yolunda infak ederler, yani mallarını iyilik yolunda harcarlar. Her iki durum
da onların davranışlarını değiştirmez: Bolluk, kendilerini bencilleştirip
aldatmadığı gibi darlık da onlara Allah yolunda harcamayı unutturmaz.
b) Öfkelerini yenerler, insanların
kusurlarını bağışlarlar. “Öfke” diye çevirdiğimiz gayz kelimesi terim olarak
“hoşlanılmadık bir şeye karşı insanın duyduğu heyecan” anlamına gelir. Gazabın
aslı olduğu kabul edilir. Gazap intikam iradesini doğurduğu ve gayri ihtiyarî
olarak yüzde ve diğer azalarda belirtileri görüldüğü halde gayz sadece kalpte
olan bir duygudur (Âlûsî, IV, 58). Âyetin tasvirine göre insanlardaki takvâ
duygusu bu konularda da etkili olmakta ve olaylar karşısında öfkeyi yenmelerini
ve insanları bağışlamalarını sağlamaktadır. Nitekim âyette geçen kâzım (çoğulu kâzımîn) kelimesi
“öfkesini yenen, gücü yettiği halde, zarar gördüğü kimselere karşı intikama
kalkışmayan, sabreden” anlamlarına gelmektedir (Elmalılı, II, 1177).
c) Bir kötülük veya kendilerine
zulmetme mânasında bir günah işlediklerinde hemen Allah’ı anar ve günahlarına
tövbe ederler, yaptıklarında ısrar etmezler. Âyette geçen fâhişe kelimesi “çirkin ve
iğrenç iş veya söz” anlamına gelir. Özel
olarak “zina” anlamında kullanılmaktadır; nefse zulmetmek ise “herhangi bir
günah işlemek” demektir. Bu günahların başında Allah’a ortak koşmak (şirk)
gelmektedir. Bununla birlikte fâhişe “başkasına karşı işlenen günah, nefse
zulmetmek” ise “kişinin kendisini ilgilendiren ve başkasıyla ilgisi olmayan
günah” olarak yorumlandığı gibi (Elmalılı, II, 1177), fâhişe “büyük günahlar”
diğeri ise “küçük günahlar” olarak da yorumlanmıştır (Şevkânî, I, 424-425).
Yarattığı insanın iyi hasletlerini ve zaaflarını çok iyi bilen yüce Allah,
şefkat ve merhametinin gereği olarak günahkâr bir mümini –büyük günah dahi
işlese– müminlerin safından çıkarmadığı gibi, Allah’ın huzurunda hesap
vereceğini düşünerek yaptığına pişman olan, tövbe ve istiğfar eden kimseyi de
cennete girecek takvâ sahiplerinin safından ayırmamıştır.
Takvâdan kaynaklanan hasletleri
taşıyanlar ve gereğini yerine getirenler Allah katında sevilen kimselerdir.
Allah âhirette onların mükâfatını verecektir (bk. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 2-3;
Müsned, III, 440). Hz. Peygamber buyurmuşlardır ki: “Asıl pehlivan güreşte
rakibini yenen değil kızdığı zaman öfkesine hâkim olan kimsedir” (Buhârî,
“Edeb”, 76, 102; Müslim, “Birr”, 107, 108). Ancak şahsî meselelerde öfkeyi
yenmek Allah’ın emri olup beğenilen ve övülen bir davranış olmakla birlikte
kamuyu ilgilendiren meselelerde toplum düzeninin bozulmasına ve kötülüklerin
yayılmasına yol açabilecek durumlar karşısında gevşeklik göstermemek gerekir.
Uhud Savaşı’ndaki yenilgide,
faizcilerde de bulunan kötü duyguların ve özellikle maddeye düşkünlüğün rolü
inkâr edilemez bir gerçektir. Bu sebeple yüce Allah kullarını, insanlara kötü
vasıflar kazandıran faizi bırakmaya, Allah ve Resûlü’ne itaat etmeye,
kendisinin mağfiretini ve takvâ sahibi kimseler için hazırlanmış olan geniş
cennetleri kazandıracak işlerde yarışmaya çağırmakta ve bu güzel davranışta
bulunan kullarını sevdiğini bildirmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:
1 Sayfa: 671-674
SEYYİD KUTUP Fi Zilalil Kuran Tefsiri :
134- Onlar bollukta ve darlıkta
Allah için mal harcarlar, öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını
bağışlarlar. Hiç kuşkusuz Allah iyilikseverleri sever.
Onlar Allah yolunda harcamaya
devam edip, Allah'ın metodu üzere hayatlarını sürdürürler. Ne darlık ne de
bolluk bu özelliklerini değiştiremez. Bolluk onları şımartıp oyalamaz, yokluk
ta onları sıkıp görevlerini unutturamaz. Bu, her durumun ve her görevin
bilincinde olmaktır... Cimrilik ve ihtirastan kurtulmaktır... Allah'tan korkmak
ve O'nun gözetimini idrak etmektir... Mal arzusundan, ihtiras köleliğinden ve
cimrilik ağırlığından daha kuvvetli olan takva etkeninden başka hiçbir şey,
tabiatı itibariyle cimri ve fıtratı gereği mala düşkün olan nefsi, her durumda
Allah yolunda infak etmeye sevk edemez. Bu, ruhu parlatan, kurtaran, bağ ve
zincirlerden özgür kılan, latif ve derin bir bilinçtir.
Bu niteliğin üzerinde bu denli
durmanın savaş atmosferiyle özel bir ilgisi olsa gerektir. Burada (ileride
Kur'an'ın akışı içerisinde sık sık görüleceği gibi) söz yeniden infak etmekten
açılmakta ve Allah için harcamaktan kaçınan veya harcayanlara engel olanların
durumuna değinilmektedir. Ayrıca savaş havası içindeki özel nedenlere işaret
edilmekte ve bazı gruplar Allah yolunda infak etmeye çağrılmaktadır.
"...Öfkelerini yenerler
insanların kusurlarını bağışlarlar."
Takva; sebepler ve etkenler
arasında bu alandaki işlevini işte böyle yerine getirmektedir. Öfke, kandaki âni
bir hareketlenmenin yardımcı olduğu ya da arttırdığı beşerî özelliğin
tepkilerinden ve gereklerinden biridir. Takvâdan
doğan lâtif ve şeffaf etkenler, kişilik ve zaruretlerin ufkundan daha yüce ve
daha engin ufuklara çıkmakla elde edilen ruhsal güç olmadıkça insan öfkeyi
yenemez.
Öfkeyi yenmek ilk aşamadır. Ancak tek başına
yeterli değildir. İnsan bazen, hınç almak ve şiddetli kin beslemek
için öfkesini yutabilir. Bu durumda bir anlık öfke, korkunç bir intikama, dışa
vurmuş bir kızgınlık, gizli bir kine dönüşür. Oysa öfke ve kızgınlık, hınç ve
kine oranla daha pâk ve daha temizdir. Bu yüzden, ayeti kerime muttakîlerin
ruhlarındaki, bu yenilmiş öfkenin ulaşması gereken sonucunu göstermekte ve
bunun affetme, hoşgörü ve serbestlik olduğunu bildirmektedir.
Öfke yenildiği zaman, ruh üzerinde
bir ağırlık, kalbi kavuran bir alev ve vicdanı kaplayan bir duman olur. Ancak
ruh genişlediği, kalp affettiği zaman ruh, ağırlıklardan kurtulup nurlu
ufuklara açılır. Kalp, kavurucu alevlerin etkisinden kurtularak esenliğe,
vicdan da huzura kavuşur.
"...Allah iyilikseverleri
sever..: '
Bollukta ve darlıkta mallarından
cömert davrananlar, ihsan edenlerdir. Öfkelenip öfkesini yendikten sonra
affederek hoşgörülü davrananlar ihsan edenlerdir. Ve Allah iyilikseverleri
"sever"... Buradaki sevgi deyimi; o lâtif, aydınlık ve yüce
atmosferle uyuşan, sevecen, şefkatli, parlak bir deyimdir.
Allah'ın ihsana, ihsan edenlere
olan sevgisinden dolayı sevdiklerinin kalplerinde bu sevgiyi yaratır. Ve bu kalplere
coşkun bir arzu akar.. Bu, yalnızca duygulandırıcı bir ifade değildir. İfadeden
öte bir gerçektir de...
Allah'ın sevdiği ve onların da
Allah'ı sevdiği bir cemaat... Hoşgörü, kolaylık ve kurtuluşun, kin ve
intikamdan daha yaygın olduğu bir cemaat... Birbirine bağlı, kardeşçe yaşayan
güçlü bir kitledir. İşte bu yüzden ayetlerin akışı içinde beliren bu
yönlendirme, meydan savaşı ve hayat savaşı ile eşit oranda ilgilidir.
Görüntülenme : 41
Turgut Kuzan ayet yorumu
Kimler öfkesini kontrol etmeyi başarabilir?
Şeyhin İki Kölesi
Padişahın birinin çok sevdiği bir âlim vardı.
Padişah bu âlime çok saygı duyar, arada onun nasihatlerini dinlemek için yanına giderdi.
Ondan dünyaya ve ahirete ait bilgiler alırdı.
Bir gün bu alimin yanına giden padişah, onun nasihatinin etkisinde kaldı ve şeyhin dünyalık ihtiyacını gidermek isteyerek:
- "Ey şeyhim! Dile benden ne dilersen" dedi.
Şeyh, padişahın bu isteğine cevap vermeyince, padişah ısrar etti. Padişahın bu ısrarına kızan şeyh:
- "Ey dünya padişahı! Bana böyle bir teklifte bulunmaya utanmıyor musun? Bundan vazgeç.
Benim hakir ve zelil olan iki kölem vardır ki, onlar sana hâkim ve âmirdir. Sen onlardan emir almaktasın." deyince, padişah şaşırdı ve:
- "O iki zelil köle de kimlerdir ki, onların bana hâkim ve amir olmaları benim için zillettir" diye şeyhe sordu.
Şeyh:
- "Biri gazap (öfke), diğeri ise şehvet (kötülüğe ilgi) dir." cevabını verdi.
Görüntülenme : 255
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir
İletişim : Turgut Kuzan [email protected]
Web sitemizi kullanırken karşılaştığınız problemleri, önerilerinizi lütfen e-posta ile iletiniz.
Bitişik Özne Zamirleri
(Merfû Muttasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
وا | ا | | Gâib (Eril) |
تُمْ | تُمَا | تَ | Muhatab (Eril) |
تُنَّ | تُما | تِ | Muhataba (Dişil) |
نا | تُ | Mütekellim (Cinsiyet farkı yok) |
Bitişik Nesne Zamirleri
(Mansûb Muttasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
هُمْ | هُمَا | هُ | Gâib |
onları, onların | o ikisini, o ikisinin | onu, onun | Eril |
هُنَّ | هُما | ها | Gâibe |
onları, onların | o ikisini, o ikisinin | onu, onun | Dişil |
كُمْ | كُمَا | كَ | Muhatab |
sizleri, sizlerin | siz ikinizi, siz ikinizin | seni, senin | Eril |
كُنَّ | كُمَا | كِ | Muhataba |
sizleri, sizlerin | siz ikinizi, siz ikinizin | seni, senin | Dişil |
نَا | ي | Mütekellim | |
bizi, bizim | beni, benim | Cinsiyet farkı yok |
Ayrık Özne Zamirleri
(Merfû Munfasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
هُمْ | هُمَا | هُو | Gâib |
Onlar | O ikisi | O | Eril |
هُنَّ | هُمَا | هِيَ | Gâibe |
Onlar | O ikisi | O | Dişil |
أَنْتُمْ | أَنْتُمَا | أَنْتَ | Muhatab |
Siz | Siz ikiniz | Sen | Eril |
أَنْتُنَّ | أَنْتُمَا | أَنْتِ | Muhataba |
Siz | Siz ikiniz | Sen | Dişil |
نَحْنُ | أَنا | Mütekellim | |
Biz | Ben | Cinsiyet farkı yok |
Ayrık Nesne Zamirleri
(Mansûb Munfasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
إيّاهُمْ | إيّاهُا | إيّاه | Gâib |
Onları, onlara | O ikisini, o ikisine | Onu, ona | Eril |
إيّاهُنّ | إيّاهُا | إيّاها | Gâibe |
Onları, onlara | O ikisini, o ikisine | Onu, Ona | Dişil |
إيّاكُمْ | إيّاكُمَا | إيّاكَ | Muhatab |
Sizleri, sizlere | Siz ikinizi, siz ikinize | Seni, sana | Eril |
إيّاكُنَّ | إيّاكُمَا | إيّاكِ | Muhataba |
Sizleri sizlere | Siz ikinizi, siz ikinize | Seni, sana | Dişil |
إيّانا | إيّاي | Mütekellim | |
Bizi, bizeَ | Beni, bana | Cinsiyet farkı yok |
Tümünü seç | Tümünü sil | Boşluk |
ـا | ـا | ا | ا |
ـب | ـبـ | بـ | ب |
ـت | ـتـ | تـ | ت |
ـث | ـثـ | ثـ | ث |
ـج | ـجـ | جـ | ج |
ـح | ـحـ | حـ | ح |
ـخ | ـخـ | خـ | خ |
ـد | ـد | د | د |
ـذ | ـذ | ذ | ذ |
ـر | ـر | ر | ر |
ـز | ـز | ز | ز |
ـس | ـسـ | سـ | س |
ـش | ـشـ | شـ | ش |
ـص | ـصـ | صـ | ص |
ـض | ـضـ | ضـ | ض |
ـط | ـطـ | طـ | ط |
ـظ | ـظـ | ظـ | ظ |
ـع | ـعـ | عـ | ع |
ـغ | ـغـ | غـ | غ |
ـف | ـفـ | فـ | ف |
ـق | ـقـ | قـ | ق |
ـك | ـكـ | كـ | ك |
ـل | ـلـ | لـ | ل |
ـم | ـمـ | مـ | م |
ـن | ـنـ | نـ | ن |
ـو | ـو | و | و |
ـه | ـهـ | هـ | هـ |
ـلا | ـلا | لا | لا |
ـي | ـيـ | يـ | ي |