ثُمَّ بَعَثْنَاكُم مِّن بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ |
2|56|Sonra şükredesiniz diye, sizi ölümünüzden sonra dirilttik. |
Turgut Kuzan ayet yorumu
Kur’an-ı Kerim’de öldükten sonra dirilme mucizeleri
Kur’an-ı Kerim’de öldükten sonra dirilme
mucizeleri
بَعَثْنَاكُمْ (be’aśnâkum) - sizi tekrar
diriltmiştik - kelimesinin geçtiği ayetler:
2:56 Sonra, ölümünüzün ardından
sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz.
(Bakara suresi)
18:12 Sonra onları dirilttik ki, iki zümreden hangisinin
kaldıkları süreyi daha iyi hesap edebileceğini bilelim. (Kehf suresi 12. ayet)
18:19 İşte böyle! Onları dirilttik ki, birbirlerine sorup
dursunlar. İçlerinden biri şöyle konuştu: "Ne kadar durdunuz?"
Dediler: "Bir gün yahut günün bir parçası kadar." Dediler: "Ne
kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Siz şimdi birinizi şu gümüş para ile
kente gönderin de baksın; kentin hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir
rızık getirsin. Ama nazik ve kurnaz davransın ki, sizi kimseye fark ettirmesin.
(Kehf suresi 19. ayet)
İbn
Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsirinde ayet ile ilgili açıklamalar:
Allah'ı Apâşikâr Görmek İsteyenler:
Allah Teâlâ buyuruyor ki; bir de
sizi yıldırım çarpmasından sonra diriltmemdeki nimetimi hatırlayın. Hani siz
beni apaçık ve ayan beyân görmek istemiştiniz. Halbuki ne sizin, ne de sizin
gibilerin buna gücü yetmezdi.
îbn Cüreyc, îbn Abbâs'ın bu âyet konusunda şöyle dediğini rivayet eder
: «Ey Mûsâ, biz Allah'ı apâşikâr görünceye kadar sana inanmayacağız.» yani
açıkça Allah'ı görünceye kadar. İbrahim İbn Tah-mân... İbn Abbâs'dan bu âyetin
apaçık Allah'ı görünceye kadar mânasına geldiğini nakleder. Ayrıca Katâde ve
Rebî' İbn Enes'den naklederek der ki; bunlar Hz. Musa'nın seçmiş olduğu yetmiş
kişidir. Onlar Hz. Mûsâ ile beraber gittiler ve bir ses işittiler. Bunun
üzerine «biz Allah'ı apâşikâr görünceye kadar sana inanmayacağız» dediler.
Ebu Ca'fer der ki; bir ses duydular ve yıldırıma çarpıldılar.
Duydukları ses ölün diyordu. Mervân İbn el-Hakem Mekke minberinde okuduğu
hutbede buradaki yıldırım anlamına gelen “Es-Saikatu” 'nun gökten gelen bir ses
olduğunu söylemiştir. Süddî ise bunun ateş olduğunu bildirmiştir.
Urve Rüveym «Bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.» âyetini
birbirlerine bakarlarken, yıldırım onları çarpmıştı. Sonra şunlar dirilmiş
şunlar da helak olmuştur diye tefsir etmiştir. Süddî der ki: «Bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.» Yıldırımın
çarpmasıyla öldüler, Mûsâ ağlıyor ve Allah'a duâ ediyordu. «Yarabbi, sen
onların seçkinlerini helak ettin. Ben yanlarına vardığımda isrâil-oğullarına ne
diyeceğim? Sen istersen önceden beni de onları da helak edersin, ancak
içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helakeder misin?» diyordu.
Allah, Mûsâ (a.s.)'ya variyetti ki; bu yetmiş kişi buzağıya tapınanlardandı.
Sonra Allah onları tekrar diriltti, kalktılar, teker teker yaşamaya başladılar.
Bir kısmı diğerinin nasıl dirildiğini görüyordu. İşte Allah Teâlâ'nın : «Sonra
sizi ölümünüzün arkasından şükredersiniz diye yine diriltmiştik» kavlinin
mânâsı budur.
Rebî* îbn Enes der ki; onların ölmeleri kendileri için bir ceza
idi. Ecellerini tamamlamak üzere öldükten sonra tekrar driltildiler. Katâde de
böyle demişti.
Muhammed İbn Cerîr Taberî... Muhammed İbn İshâk'dan nakleder ki o şöyle
demiş; Hz. Mûsâ kavminin yanına gelince, onların buzağıya tapındıklarını
gördü. Kardeşine ve Sâmirî'ye söyleyeceklerini söyledi. Ve buzağıyı
parçalayarak denize attı. Sonra onların arasından en seçkin yetmiş kişiyi seçti
ve dedi ki; «Haydin Allah'a varın ve işlediklerinizden dolayı tevbe edip kavminizden
geride bıraktıklarınız için bağışlanma dileyin, oruç tutun, temizlenin ve
elbiselerinizi de arıtın.» Rab-bının tayîn ettiği vakitte mîkât için Tûr-u
Sina'ya çıkardı onları. Hz. Mûsâ buraya Rabbının izniyle geliyordu. Bana
anlatıldığına göre, Hz. Mûsâ'nın emrettiği şeyleri yerine getiren yetmiş kişi
Allah ile buluşmaya gittiklerinde dediler ki : Ey Mûsâ, Rabbından bizim adımıza
dile, Rab-bımızın sözünü duymak istiyoruz. Mûsâ peki, olur dedi ve dağa
yaklaşınca üzerine bir bulut kümesi geldi ve bütün dağı kapladı. Mûsâ
yaklaşarak onun içine girdi ve kavmine de yaklaşın, dedi. Mûsâ Allah ile
konuştuğu sırada parlak bir nûr beliriyordu ki âdemoğullarının hiç birisi ona
bakmaya güç yetiremiyordu. Ona perdenin arkasından bakabiliyorlardı. O
seçilenler de ona yaklaştılar ve bulutun içine girince secdeye kapandılar ve
Allah'ın Mûsâ ile konuştuğunu dinlediler. Ona, şunu yap, bunu yapma diye emir
ve yasaklarını bildiriyordu. Allah'ın emri tamamlanınca Musa'nın üzerindeki
bulut açıldı. Mûsâ onlara yaklaştı. Onlar dediler ki: «Biz Allah'ı apâşikâr
görünceye kadar sana inanmayacağız». Bunun üzerine onları sarsıntı kaplayıverdi
ve hepsi birden öldüler. Mûsâ kalktı, Rabbına yalvarıyor, duâ ediyor ve diyordu
ki: «Rabbım Sen istesen onları daha önce de helak ederdin...» Onlar sefâhete
daldılar. İçimizdeki sefihlerin işledikleri yüzünden arkamdaki İsrâiloğullarını
da helak eder misin? Yani bu sefâhetleri onlar için bir helaktir. Ben onların
arasından en seçkin yetmiş kişiyi seçtim. Tekrar kendilerine döndüğümde
onlardan hiç birisi benimle beraber olmayacak. O zaman bir daha bana nasıl
güvenir de beni tasdik ederler? Mûsâ Rabbına böyle yalvarıp duruyor ve ondan
taleb ediyordu. Nihayet Allah onların ruhlarını geri getirdi. Hz. Mûsâ,
İsrâiloğullannın da tevbelerinin kabulünü istedi. Allah, hayır ancak
kendilerini öldürürlerse diye buyurdu. Muhammed İbn İshâk'ın naklettiği bu
kadardır. İsmail İbn Abdurrahmân der ki: İsrâiloğullan buzağıya tapınmalarından
dolayı tevbe edince ve Allah da emir buyurduğu gibi onların birbirlerini öldürmeleri
halinde tevbelerini kabul buyuracağını belirtince, Allah Teâlâ, Hz. Musa'ya
İsrailoğullarından herkesin buzağıya tapmaktan dolayı özür beyân ederek
huzuruna gelmelerini emretti. Hz. Mûsâ onlara bu takdirde tevbelerinin kabul
edileceğini bildirdi. Kavminden yetmiş kişi seçerek özür dilemek için onlarla
beraber Allah'ın huzuruna gitti. Bundan sonra İsmâîl yukarda anlatılan hadiseyi
naklediyor.
Abdurrahmân îbn Zeyd İbn Eslem bu âyetin tefsirinde der ki: Hz.
Mûsâ Rabbının katından Tevrat'ın yazılı 83 Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir,
Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/339-342. bulunduğu
levhalarla dönünce, kavminin buzağıya tapmakta olduğunu gördü. Onlara kendi
kendilerini öldürmelerini emretti. Onlar bunu yapınca Allah tevbelerini kabul
buyurdu.
Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eslem
der ki; Hz. Mûsâ onlara şöyle dedi: Bu levhalarda Allah'ın kitabı, o
kitapta da Allah'ın size emrettiği emirler, yasakladığı yasaklar vardır. Onlar,
senin bu sözünle o kitabı kim alacaktır? Allah'a andolsun ki, biz Allah'ı
apaçık görmeden ve Allah bize görünüp işte kitabım budur, onu alınız demeden
almayız. Allah'a ne oluyor ki: Seninle konuştuğu gibi bizimle konuşmuyor?
dediler. Sonra Abdurrahmân İbn Zeyd «Allah'ı apâşikâr görünceye kadar sana
inanmayacağız.» âyetini okudu ve dedi ki Allah'dan bir gazab geldi ve tevbeden
sonra onları yıldırım çarptı, topluca öldüler. Sonra öldükten sonra Allah Teâlâ
onları tekrar diriltti. Burada Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem Allah Teâlâ'nın
«Sonra sizi ölümünüzün arkasından şükredesiniz diye yine diriltmiştik.» âyetini
okudu. Mûsâ onlara: Allah'ın kitabını alın dedi. Onlar hayır dediler. Mûsâ:
Size ne- oldu? dediğinde, onlar "bize olan, ölüp sonra diriltilmiş
olmamızdır, dediler. Mûsâ Allah'ın kitabını alın, dedi, onlar hayır dediler,
Allah meleklerini gönderdi ve üzerlerine dağı kaldırdı.
Fahreddin
er-Râzî’nin (ö. 606/1210) (MEFÂTÎHU’l-GAYB) Kur’ân-ı Kerîm tefsirinde ayet ile
ilgili açıklamalar:
"Ölümünüzden sonra sizi diriltmiştik" âyetine
gelince, Allah böyle buyurmuştur, çünkü ba's
(diriltme), ancak ölümden sonra olur. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın:
"Bunun üzerine, mağarada onların kulaklarına perdeler vurduk.
Sonra onlan, onlardan hangisinin ne kadar kalmış olduklarını daha iyi hesap
edici olduğunu bilmek için uyandırdık"
(Kehf, 11-12) buyurduğu gibi...
Eğer, Hz. Musa (a.s) bu sözün içerisine dahil midir?
denilirse, iki bakımdan, "hayır" derim.
a) Bu, hitab-ı müşafehe
(ağızdan yapılan bir azarlama) dir; dolayısıyla Hz. Musa (a.s)'yı içine alması
gerekmez.
b) Şayet bu hitap Hz.Musa (a.s)'ya da şâmil olsaydı, onun
hakkındaki (ayılınca) sözü ile tahsis edilmesi gerekirdi. Kaldı ki افاقة tabiri
ölümle ilgili olmak (yani dirilmek manasına) kullanılmaz. İbn Kuteybe, Hz. Musa
(a.s)'nın öldüğünü söylemiştir ki, bu izahımızdan dolayı, yanlıştır.
Allahu Teâlâ'nın: - le’allekum teşkurûn(e) - ifâdesine gelince, bundan maksat şudur:
Allahu Teâlâ, onları mükellef kılsın, imân etmelerine imkan bulsunlar,
kendilerinden südûr eden günahları da telafi etsinler diye dünyada onları
ölmelerinden sonra tekrar diriltmiştir. Hak Teâlâ'nın onları mükellef tutmasına
gelince bu, O'nun, - le’allekum teşkurûn(e) -
buyurmuş olmasından ötürüdür. Şükür lâfzı, taâtların
hepsini içine alır; zira Cenâb-ı Hak:
"Ey Davud hanedanı, siz şükr için çalışın" (Sebe, 13) buyurmuştur.
Şayet: "Allah onları öldürmüşken, tekrar onları
mükellef tutması nasıl caiz olur; eğer bu caiz olursa, öldükten sonra ahiret
ehlini dirilttiği zaman onları da mükellef tutması niçin caiz olmasın?"
denilirse deriz ki; "Ahirettekilerin ahirette mükellef tutulmalarına mani
olan şey, onları önce öldürüp, sonra diriltmek değildir; aksine buna mani olan
şey, kıyamet gününde Allah'ı, cennetteki lezzetleri ve cehennemdeki elemleri
zaruri olarak tanımış ve görmüş olmalarıdır. Zaruri bir ilim meydana geldikten
sonra, herhangi bir teklif söz konusu olamaz. Teklife mani olan şey bu olunca,
Allah'ın kendilerini saika ile öldürdüğü kimselerde bu öldürmenin onlara zaruri
bir bilgi kazandırmadığı söylenebilir, bu imkansız değildir. Durum böyle
olunca, onların bu hadiseden sonra mükellef tutulmaları ve onların öldürülüp
tekrar diriltilmelerinin bir uyku veya baygınlık kabilinden olması doğru olur.
Hasan
el-Basri'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allahu Teâlâ'nın bu öldürmeyle onların ömürlerini sona erdirdi, sonra altı
üstüne getirilmiş bir köye uğradığında öldürdüğü kimseyi (Üzeyr a.s.) ve
binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusuyla memleketlerinden çıktıktan sonra
kendilerini öldürmüş olduğu kimseleri dirilttiği gibi, onları da işte yeniden
diriltti". Çünkü Allah Teâlâ, onlar hakkında bu tarz ölümü takdir edip
bunu bildirdikten sonradır ki onları yıldırımla öldürmüştür. Böylece bu vakit
onların ilk ölümleri için bir ecel; diğer vakit de yaşamaları için belirlenmiş
bir vakit olmuş oldu.
Mu'tezile'nin Allah'ın - le’allekum teşkurûn(e)
- âyetiyle, O'nun herkesten iman
etmesini istediğine dair istidlallerine gelince, buna dair cevabımız defaatle
geçmiştir. Binaenaleyh, tekrar etmeye gerek yoktur.
Görüntülenme : 978
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir
İletişim : Turgut Kuzan [email protected]
Web sitemizi kullanırken karşılaştığınız problemleri, önerilerinizi lütfen e-posta ile iletiniz.
Bitişik Özne Zamirleri
(Merfû Muttasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
وا | ا | | Gâib (Eril) |
تُمْ | تُمَا | تَ | Muhatab (Eril) |
تُنَّ | تُما | تِ | Muhataba (Dişil) |
نا | تُ | Mütekellim (Cinsiyet farkı yok) |
Bitişik Nesne Zamirleri
(Mansûb Muttasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
هُمْ | هُمَا | هُ | Gâib |
onları, onların | o ikisini, o ikisinin | onu, onun | Eril |
هُنَّ | هُما | ها | Gâibe |
onları, onların | o ikisini, o ikisinin | onu, onun | Dişil |
كُمْ | كُمَا | كَ | Muhatab |
sizleri, sizlerin | siz ikinizi, siz ikinizin | seni, senin | Eril |
كُنَّ | كُمَا | كِ | Muhataba |
sizleri, sizlerin | siz ikinizi, siz ikinizin | seni, senin | Dişil |
نَا | ي | Mütekellim | |
bizi, bizim | beni, benim | Cinsiyet farkı yok |
Ayrık Özne Zamirleri
(Merfû Munfasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
هُمْ | هُمَا | هُو | Gâib |
Onlar | O ikisi | O | Eril |
هُنَّ | هُمَا | هِيَ | Gâibe |
Onlar | O ikisi | O | Dişil |
أَنْتُمْ | أَنْتُمَا | أَنْتَ | Muhatab |
Siz | Siz ikiniz | Sen | Eril |
أَنْتُنَّ | أَنْتُمَا | أَنْتِ | Muhataba |
Siz | Siz ikiniz | Sen | Dişil |
نَحْنُ | أَنا | Mütekellim | |
Biz | Ben | Cinsiyet farkı yok |
Ayrık Nesne Zamirleri
(Mansûb Munfasıl Zamirler)
Çoğul (Cem) | İkil (Tesniye) | Tekil (Mufred) | |
---|---|---|---|
إيّاهُمْ | إيّاهُا | إيّاه | Gâib |
Onları, onlara | O ikisini, o ikisine | Onu, ona | Eril |
إيّاهُنّ | إيّاهُا | إيّاها | Gâibe |
Onları, onlara | O ikisini, o ikisine | Onu, Ona | Dişil |
إيّاكُمْ | إيّاكُمَا | إيّاكَ | Muhatab |
Sizleri, sizlere | Siz ikinizi, siz ikinize | Seni, sana | Eril |
إيّاكُنَّ | إيّاكُمَا | إيّاكِ | Muhataba |
Sizleri sizlere | Siz ikinizi, siz ikinize | Seni, sana | Dişil |
إيّانا | إيّاي | Mütekellim | |
Bizi, bizeَ | Beni, bana | Cinsiyet farkı yok |
Tümünü seç | Tümünü sil | Boşluk |
ـا | ـا | ا | ا |
ـب | ـبـ | بـ | ب |
ـت | ـتـ | تـ | ت |
ـث | ـثـ | ثـ | ث |
ـج | ـجـ | جـ | ج |
ـح | ـحـ | حـ | ح |
ـخ | ـخـ | خـ | خ |
ـد | ـد | د | د |
ـذ | ـذ | ذ | ذ |
ـر | ـر | ر | ر |
ـز | ـز | ز | ز |
ـس | ـسـ | سـ | س |
ـش | ـشـ | شـ | ش |
ـص | ـصـ | صـ | ص |
ـض | ـضـ | ضـ | ض |
ـط | ـطـ | طـ | ط |
ـظ | ـظـ | ظـ | ظ |
ـع | ـعـ | عـ | ع |
ـغ | ـغـ | غـ | غ |
ـف | ـفـ | فـ | ف |
ـق | ـقـ | قـ | ق |
ـك | ـكـ | كـ | ك |
ـل | ـلـ | لـ | ل |
ـم | ـمـ | مـ | م |
ـن | ـنـ | نـ | ن |
ـو | ـو | و | و |
ـه | ـهـ | هـ | هـ |
ـلا | ـلا | لا | لا |
ـي | ـيـ | يـ | ي |