إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِن شَعَآئِرِ اللّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ اللّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ
2|158|Şüphesiz, Safa ile Merve Allah ın işaretlerindendir. Böylece kim Evi (Ka be yi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur. Kim de gönülden bir hayır yaparsa (karşılığını alır). Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir.

Turgut Kuzan ayet yorumu

Safâ ve Merve neye işaret eder?

Safâ ve Merve neye işaret eder?

Safâ ve Merve Kâbe yakınındaki iki küçük tepenin adıdır.
Hz. İbrâ­him, eşi Sâre’nin kıskançlığı sebebiyle diğer eşi Hâcer’le henüz bebek yaştaki oğlu İsmâil’i ıssız bir araziden ibaret olan Mekke’ye bırakıp Ken‘an diyarına dönmek zorunda kalmıştı.
Bu arada Hâcer su bulmak ümidiyle iki tepe arasında koşup duruyor, kendisini ve çocuğunu susuzluktan ve ölmekten kurtarması için Allah’a yakarıyordu.
Nihayet Allah, sonraları Zemzem Kuyusu diye anılan yerden su çıkararak annenin dileğini kabul buyurdu.
İşte görünürde hiçbir ümit ışığının bulunmamasına rağmen, büyük bir sabır ve metanetle Allah’a güvenini devam ettirip bir sabır ve tevekkül sınavını başarıyla veren Hâcer’in anısını yaşatmak üzere bu iki tepe arasında yedi defa gidip gelmek haccın uygulamaları arasında yer aldı ve bu uygulamaya “sa‘y” denildi (bk. Bakara 2/196-197 vd.).
Esasen hac ve umre ile ilgili bir konuyu içeren ve yıllar sonra inmiş olan bu âyetin, sabrın öneminden, sabır ve sebatla Allah’a sığınıp güvenenleri öven âyetlerin devamında yer alması son derece anlamlıdır.
Burada bir bakıma şöyle denmek istenmiştir: Hâcer, su bulmanın imkânsız gibi göründüğü bu ıssız çöl ortamında bile Allah’tan ümidini kesmemiş; yerinde oturup kendisinin ve çocuğunun ölümünü beklemeye razı olmamış; aksine inanıp güvendiği Allah için hiçbir şeyin imkânsız olmadığını düşünerek sabırla su aramaya devam etmiş, sonunda da aradığını Allah ona lutfetmiştir.
Allah insanları her zaman bu şekilde sınamalardan geçirebilir; Hâcer’in gösterdiği inanç, ümit, sabır, tevekkül ve kararlılığı gösterenler de bir şekilde Allah’ın keremine nâil olurlar.
Nitekim biraz önce geçen 143. âyette de “Allah imanınızı asla zayi edecek değildir. Çünkü Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir” buyurulmuştu.

Câhiliye döneminde Safâ tepesinde İsâf, Merve tepesinde Nâile isimli iki put bulunuyordu.
Putperest Araplar da bu iki tepe arasında gidip gelirler (sa‘y) ve adı geçen putların yanında kurban keserlerdi.
İşte bu putperest geleneğinden dolayı Müslümanlar bu iki tepe arasında sa‘y etmekten çekinince, bunda bir günah ve sakınca bulunmadığını bildiren âyet nâzil oldu.
Âyetteki tavaf kelimesi, bu “iki tepe arasında gidip gelme” anlamında olup hac ve umre ibadetiyle ilgili terminolojide bu fiilden, sözlükte “koşma” anlamına gelen sa‘y diye söz edilir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 243
----------
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Kuran‑i Kerim Türkce Meali ve Muhtasar Tefsiri :

Mescid-i Haram etrafında bulunan Safa ve Merve tepeleri Allah'ın alametlerindendir.
İbadet ve O'na yaklaşmak için konulmuş belirtilerden, özel işaretlerden ve hac ibadetinin yapıldığı yerlerdendir.
Esasen safa, kaypak taş; merve, küçük ve yumuşak taş demek olup, lam-ı tarif ile

 اَلصَّفَا وَالْمَرْوَةَ

Safa ve Merve Mekke'de bilinen iki tepenin özel isimleridir. Harf-i tarifleri el-Beyt, en-Necm gibi lazımdır.
“İlm” maddesinden “alem”, “alamet” ve “alaim” gibi “şuur” maddesinden

 شَعَائِر

şeair, “Şaire”nin veya “şiare”nin yahut da “meş'ar”ın çoğuludur ki bu özel isim, bildiren alamet, belirti manasına gelir.
Nitekim savaşta iki tarafın tanışması için kullanılan alamet ve işarete de “şiar parola” denir.
Şeair; bazan ibadetin kendisine, bazan da yerine denir.
Ezan, cemaat ile namaz, bu cümleden olarak cuma ve bayram namazları ile hac, dinin şeairinden yani alametlerindendirler.
Aynı şekilde camiler, minareler, hacdaki ibadet ve özel yerleri de alamet ve işaretlerdendir ki, Safa ile Merve de bunlardandır.
Bundan dolayı:

 فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِاعْتَمَرَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا

Ka'be'ye hac veya umre yapan kimsenin tavafı bu ikisiyle yani Safa ve Merve ile yapmaya çalışmasında hiç bir suç, hiç bir günah yoktur.
Hac, sözlükte özel bir maksat ve niyet anlamına gelir.
Bir şeye çokça gidip gelmek manasını da ifade eder.
İ'timar yani umre de ziyaret demektir.
Dini bakımdan da hac ve umre, Beyt-i Şerif'i bilinen şekilde, niyetle ziyaret etmektir. Hacc'ın özel bir vakti vardır.
Umre'nin yoktur. Bunların geniş açıklamaları fıkıh kitaplarına aittir. Burada

 اَنْ يَطَّوَّفَ

“Tavaf etmek” iki kaydı içine alır:
1- Asıl tavaf, yani Ka'be'nin etrafında dolaşmak,
2- Tatavvuf, yani bu tavafta zorlanmadır.
Çünkü

 يَتَطَوَّفَ ، يَطَّوَّفَ

'nin idğam edilmiş şeklidir.

 بِهِمَا

“ikisi” kaydı ve bu kayda bağlı olan

 لاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ

“Ona bir günah yoktur.” hükmü tavafın aslına değil, tavafta zorlanmaya bağlıdır.
Tavafın aslının farz ve rükün olduğunda ihtilaf yoktur. Fakat bu tavafa Safa ile Merve'nin ilavesi ve Safa ile Merve arasında sa'y denen tavaf bölümü hakkında:

 لاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ

“Ona bir günah yoktur.” Buyurulmuştur.

Bu ise görünüş itibarıyla bir muhayyerlik gibi görünmekle beraber, gerçekte vacibe, menduba ve mübaha ihtimali vardır.
Buna karşılık Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hacc-ı şeriflerinde Safa'ya yaklaştıkları zaman:

 اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَآئِرِ اللّٰهِ اِبْدَؤُا بِمَا بَدَاَ اللّٰهُ

"Safa ve Merve Allah'ın alametlerindendir. Allah'ın başladığı ile başlayınız.” (Ebu Davud, Menasik, 57; Tirmizi, Hacc, 38; Nesai, Hac, 161,166,170; İbn Mace, Menasik, 34, 84) diye emretmiş ve kendisi Safa'dan başlayıp, Beyt'i görünceye kadar üzerine çıkmıştır.
Bir hadis-i şerifinde de bu hususta:

 اِنَّ اللّٰهَ كَتَبَ عَلَيْكُمُ السَّعْىَ فَاسْعَوْا

“Allah size sa'yi farz kılmıştır, sa'y yapınız.” (Feyzu'l-Kadir, II, 249) buyurarak sa'yin vacib olduğunu göstermiştir.
Gerçi burada asıl manasıyla koşmak demek olan sa'y, vacib olmayıp

 فَاسْعَوْا اِليٰ ذِكْرِ اللّٰهِ

“Allah'ın zikrine koşunuz.” (Cum'a, 62/9) emrinde olduğu gibi sadece yürümenin yeterli olacağı kabul edilmiş ise de en azından koşar gibi biraz hızlıca “Remel” denen yürüyüş şekli mendubdur.
Kısaca tavafta Safa ve Merve ile tavafta zorlanmanın vacib olduğu da anlaşılmaktadır.
Bundan dolayı İmam Malik ve Şafii hazretlerinden bu zahmetli tavafın da, tavafın aslı gibi rükün ve farz olduğu rivayet edilmiştir.
Bununla beraber ayetin yalnız zahirine yapışarak muhayyerliğe ve bu zahmetli tavafın vacib olmayıp, nafile olduğu görüşüne sahip olan fıkıh alimleri de vardır.
Fakat Hanefi mezhebinde tercih edilen şudur: Ayetin zahiri, farz manasındaki kesin vücuba engeldir.
Aynı zamanda anılan hadisler ve teamül ise vacib olduğunu göstermektedir.
Öyle ise bu zorlu tavaf ne kesin bir farzdır, ne de nafiledir.
Belki farza benzerliği bulunan zanni bir vacibdir.
Farz denemez, çünkü

 لاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ

“Ona bir günah yoktur.” ifadesi mendubluğu ve mübahlığı da içine almaktadır.
Nafile ve tatavvu da denemez. Çünkü tatavvuun, sonra ayrıca söylenmiş olması buna engeldir.
Bu ikisi arasında da hadisler vacib olduğunu söylemektedir.
Bu bakımdan delillerin müşterek değeri olarak bu zahmetli tavaf zanni bir vacibdir.
O halde ayette görünüş itibariyle muhayyerliği ifade eden

 لاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ

“Ona bir günah yoktur.” sözü niçin gelmiştir?
Bunun açıklaması ayetin iniş sebebindedir.
Çünkü rivayet edildiğine göre cahiliye devrinde Safa üzerinde “ İsaf ” adında bir put, Merve üzerinde de “ Naile ” adında diğer bir put vardı.
Cahiliye müşrikleri bunların arasında tavaf ederler ve bunlara ellerini sürerlerdi.
İslam gelip putları kırdıktan sonra müslümanlar, Safa ile Merve arasında tavaftan çekindiler. bunu hoş görmediler.
Bunun üzerine bu ayet indi ki, korkmayın, bunda günah yoktur.
Bilakis bunlar Allah'ın alametlerindendir, diye bu tavafa teşvik edildi.
Bu teşvikin bir çeşit vücub ifade ettiği de hadislerle açıklandı.
Tavafa Safa'dan başlamak, farz değilse de vacib oldu.
Fakat İmam Şafii, farz ile vacibi birbirinden ayırmadığı için Şafiilerce farz ve vacib bir sayıldı.
Hz. Ömer bir defa Safa ile Merve arasında koşmamış, sadece yürümüş ve buyurmuştur ki:
“Yürüyorsam Resulullah'ı yürür gördüm, koşarsam Resulullah'ı koşar da gördüm.” (İmam Şafii, el-Ümm, II, 174)
Resulullah Efendimiz yukardaki şekilde Safa ile Merve arasında tavaf ederken müşriklere karşı kuvvetini göstermek için sa'y etmiş, yani koşmuştu.
Bunun hatırası olmak üzere koşar gibi yürümek sünnet olmuş ve bu zahmetli tavafa sa'y denmiştir.
Demek ki bunda din düşmanlarına karşı kuvvet göstermek için beden eğitimine de bir teşvik vardır.
Bunun meşruluğunun aslı ve bu tepelerin, Allah'ın alametlerinden olması ise şu meşhur hikayeden dolayı olduğu da açıklanmıştır:
Hz. İbrahim bırakıp gittikten sonra bu vadide Hacer ile İsmail susuzluktan son derece daralmışlardı.
Hacer, ciğerparesi olan oğlunu Harem mevkiine koymuş, su aramak için tepeden tepeye koşmuştu.
Bu sırada Cenab-ı Allah yardımını göstererek Zemzem kuyusunun yerinden su fışkırtmış ve son dereceye gelen zaruret hallerinde imdatlarına yetişmişti.
Böylece şunu da göstermişti ki, Allah Teala, dünya yurdunda sevdiklerini bazı sıkıntılara düşürse de kendisine dua edip sığınmaktan ayrılmayan, bu hususta elinden gelen son gayreti sarfederek sabır ve kararlılık gösterenlere, mutlaka en kısa zamanda ferahlığa ve genişliğe kavuşturmakla yardım eder.
İşte buna işaret olmak üzeredir ki Safa ile Merve'yi kıyamete kadar dinin alametlerinden olarak göstermiştir.
Bütün müminlerde yukarıda açıklandığı üzere böyle biraz korku, açılık ve diğer sıkıntı ve musibetlerle imtihan edildikleri zaman ümitsizliğe düşmemeli, kurtuluşu güç görmemeli ve sabrın müjdesine ermek için çalışmalıdır.
Müşriklerin, bir zamanlar bu tepelere put yerleştirmek gibi saldırıları bile bu hatırayı yok edemez. Tavafa bunların ilavesi günah değil, sevabdır. 
----------
Seyyid Kutub’un Fî Ẓılâli’l-Ḳurʾân tefsirin de ayet ile ilgili açıklamalar :

HACC'DA BAZI SEMBOLLER: SAFA VE MERVE

Bu ayetin iniş sebebiyle ilgili değişik birkaç rivayet var.
Bu görüşlerden biri, İslâm'ın, Muhacirler ile Ensar'dan oluşmuş ilk Müslüman topluluğunun vicdanlarında geliştirdiği düşüncenin karakterinde yansıyan psikolojik mantığa  diğerlerine göre daha uygun düşüyor.
Bu rivayet şöyle diyor: Bazı Müslümanlar, Hacc ve Umre sırasında Safa ve Merve tepelerini tavaf etmekten çekiniyor, bu hareketi içlerine sindiremiyorlardı.
Çünkü, onlar vaktiyle cahiliye  döneminde bu iki tepe arasında koşu yapıyorlardı. Ayrıca bu iki tepede Esaf ve Naile adlarını taşıyan iki put dikiliydi.
İşte bu yüzden, sözünü ettiğimiz kimi müslümanlar, cahiliye döneminde yaptıkları gibi Safa ile Merve tepeleri  arasını tavaf etmeyi uygun bulmuyorlardı.
Nitekim Buharî'nin, Muhammed b. Yusuf'a, O'nun da Süfyan'a dayanarak bildirdiğine göre, Asım b. Süleyman bu  konuda şunları söylüyor;
`Sahabilerden Hz. Enes'e Safa ile Merve meselesini sordum, bana şu cevabı verdi: "
Biz  Safa ile Merve tepelerini cahiliye dönemi sembollerinden sayıyorduk.
Bu yüzden İslâm gelince, bu tepeleri tavaf  etmekten uzak durduk.
Fakat bir süre sonra yüce Allah `Hiç şüphesiz Safa ile Merve Allah'a ibadet   sembollerindendir.' ayetini indirdi."
Öte yandan Şa'bî'nin bildirdiğine göre Esaf adlı put Safa tepesi ve Naile adlı put da Merve tepesi üzerinde bulunuyordu.
Araplar cahiliye döneminde bu putlara el-yüz sürüyor, onlara selâm duruyorlardı.
Bu yüzden ilk Müslümanlar bu iki tepenin arasında tavaf yapmaktan çekiniyorlar, bu işi içlerine sindiremiyorlardı.
Bunun üzerine  bu ayet indi.
Kaynaklarda bu ayetin hangi tarihte indiğini belirleyen bir bilgiye rastlanmıyor.
Fakat en akla yatkın ihtimal; onun  kıble değişimi olayı ile ilgili ayetlerden sonraki bir tarihte inmiş olmasıdır.
Gerçi o yıllarda Mekke, Müslümanlar  hesabına bir darulharp, bir düşman bölgesi olmuştu.
Fakat böyle de olsa bazı Müslümanların tek-tük olarak Hacc ve Umre yapma imkânı bulmuş olabileceklerini düşünebiliriz.
İşte Safa ile Merve arasında tavaf yapmaktan çekinen  Müslümanlar bunlardı.
Bu çekingenlik, uzun bir eğitim döneminin meyvesi, vicdanlarında kökleşen imana dayalı düşüncenin belirgin  yansımasıydı.
Bu düşünce berraklığı onları cahiliye dönemindeki bütün gelenek ve uygulamalarından kaçınmaya,  kuşku duymaya sürüklüyordu.
Çünkü bu konuda vicdanları o kadar duyarlılık kazanmıştı ki, cahiliye döneminin her şeyinden ürküyor, onun İslâm tarafından yasaklanmış olabileceğinden kuşkulanıyorlardı.
Bu duyarlılık birçok olay  vesilesi ile açıkça meydana çıkmıştı.
İslâm çağrısı onların ruhlarını büyük bir sarsıntıya uğrattı, derinliklerine kök saldı ve orada eksiksiz bir psikolojik ve  duygusal devrim gerçekleştirdi.
Öyle ki, cahiliye döneminde kalan geçmişlerine soğuk ve çekingen gözlerle bakıyor,  hayatlarının bu döneminden kendilerini tamamen kopmuş, onunla hiçbir ilişkileri kalmamış sayıyorlardı.
Artık ne o  dönem onlardandı ve ne onların o dönemle uzaktan-yakından ilişkileri olabilirdi.
Artık o dönem dokunmaktan kaçındıkları bir pislik, bir kirlilik sembolü idi!
Müslümanların bu dönemini dikkatle izleyen bir araştırmacı, bu şaşırtıcı inanç sisteminin o vicdanlarda meydana getirdiği etkinin ne kadar güçlü olduğunu mutlaka görecek, onların hayat ile ilgili görüşlerinin tamamen değiştiğini  somut biçimde, algılayacaktır.
Öyle ki, sanki Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bu vicdanları eli ile tutup  kaldırarak son derece kuvvetli biçimde silkelemiş ve bu silkeleme sonunda üzerlerinde çöreklenen bütün kir ve  pasları dışarıya dökmüş ve hücrelerinin bileşimini yeniden düzenlemişti. Tıpkı elektrik akımının, etkilediği cismin elementlerini eski yerlerinden oynatarak yeni bir bileşim düzenine sokması olayı gibi! 

İşte İslâm budur.
Yani cahiliye ile ilgili herşeyden tamamen sıyrılmak, cahiliye döneminin bütün düşünce, gelenek ve uygulamalarından titizlikle çekinmek, cahiliye döneminden vicdanların tanışık oldukları bütün duygulardan ve  davranışlardan sürekli biçimde kaçınmak, böylece kalbin yeni zihniyete bütün gerekleri ile sımsıkı sarılmasını sağlamak.
Müslüman cemaatin vicdanlarında bu süreç tamamlanıp amacına ulaşınca, İslâm sakıncasız gördüğü için yaşatmak istediği bazı eski gelenekleri diğerlerinden ayrıştırmaya geçti.
Fakat bu geleneği veya kültür unsurunu eski cahiliye  kökünden kopardıktan, onu o ortamdan iyice izale ettikten sonra İslâm kulpuna bağlıyor; böylece bu geleneği, bu  kültür unsurunu bir Müslüman uygularken ona, cahiliye döneminde yapılıyordu diye değil, kökü İslâm'a dayalı yeni bir İslâm geleneği veya kültür unsuru olarak uyguluyor, benimsiyordu.
Burada radikal eğitim metodunun pratik bir örneği ile karşı karşıyayız. Çünkü yukarda okuduğumuz ayet, Safa ile  Merve'nin Allah'a ibadet sembolleri arasında yer aldıklarını belirleyerek söze giriyor.
"Hiç şüphesiz, Safa ile Merve Allah'a ibadet sembollerindendir."
Buna göre, bu iki tepe arasında tavaf yapan bir ziyaretçi, yüce Allah'a ibadet etme anlamı taşıyan bir hareket  yapmış, bu iki tepe arasındaki tavaf ile Allah'a yönelmiş oluyor.
Bu yeni tavaf ile cahiliye döneminden miras kalan  eski tavaf arasındaki ilişki kesinlikle kopmuştur.
Artık bu işlem, Esaf ve Naile adlı putlara ya da diğer cahiliye  dönemi putlarına değil, yüce Allah'a yöneliktir.
Bu yüzden herhangi bir sakıncası, günahı yoktur. Davranış; artık o eski davranıştan başka bir davranış, yöneliş; o yönelişten tamamen farklı bir yöneliştir.
"Buna göre kim Hacc ve Umre amacı ile Kâbe`yi ziyaret ederse bu iki tepeyi tavaf etmesinde hiçbir sakınca yoktur."
Nitekim İslâm, daha önce Araplar arasında Hacc hareketlerinin büyük bir çoğunluğunu onayladı, bu hareketlerin sadece putlara ve asılsız birtakım cahiliye saplantılarına ilişkin olanlarını reddetti ve onayladığı Hacc hareketlerini de  yüce Allah tarafından vaktiyle Hz. İbrahim'e  (selâm üzerine olsun) öğretilmiş ibadet amaçlı davranışlar oldukları gerçeğinden hareket ederek yeni İslâm düşüncesine bağladı.
(Bu surenin akışı içinde, yeri gelince Hacc farizasından  söz ederken bu mesele ayrıntılı olarak. açıklanacaktır.)
Umre'ye gelince onun hareketleri de Hacc'ınki gibidir. Yalnız bu ziyarette Arafat'ta vakfeye durma şartı olmadığı  gibi, zaman bakımında Hacc mevsimi ile sınırlı değildir.
Safa ile Merve arasındaki tavaf ise Hacc'ın da Umre'nin de  yapılması gerekli hareketleri (şeairi) arasındadır.
Bu ayet gönüllü olarak mutlak anlamda hayır işlemeye övgü yönelterek sona eriyor:
"Kim gönüllü olarak bir hayır işlerse, bilsin ki, Allah karşılığını verir (ona müteşekkirdir) ve yaptığını bilir."
Bu ifade ile bu tavafın hayırlı bir iş olduğuna işaret edilerek vicdanları rahatsız eden bütün çekingenlikler gideriliyor; böylece kalpler rahatlatılıyor; yüce Allah'ın bu tavafı hayırlı bir iş saydığına ve karşılığında mükâfat vereceğine dair  gönüllere güvence aşılanıyor.
Son olarak yüce Allah'ın kalplerin içerdiği niyetleri ve duyguları iyi bildiği vurgulanıyor. 

Bu ayetin sonunda yeralan, "Hiç şüphesiz, Allah ona karşı müteşekkirdir" ifadesi üzerinde bir an durup düşünmemiz gerekir.
İfade aslında, "Allah o iyilikten hoşnut olur ve onu sevapla ödüllendirir" anlamına gelir.
Fakat "müteşekkir   olur" deyimi bu somut anlamın üzerine meltem rüzgârlarının ılık soluğunu, eksiksiz ilâhi hoşnutluğun serinletici  müjdesini üfler.
Öyle ki, bu ilâhî hoşnutluk; sanki kulların Rabbinden gelen bir şükür, bir teşekkürmüş gibi bir  sezgiye varıyoruz.
İfade bu olağanüstü tatlılığı ile insana, kulun Rabbine karşı takınmakla görevli olduğu nezaketi düşündürüyor.
Öyle ya, madem ki Allah, hayır işleyen kuluna "şükrediyor", teşekkür ediyor; kul, Rabbine olan şükür ve hamd borcunu ödemek için ne yapmalıdır?
İşte Kur'an üslubunun bu meltemi; bütün serinliği, yumuşaklığı ve güzelliği ile elle dokunulabilecek nitelikte somuttur.
Okuduğumuz ayetlerde Safa ile Merve'nin tavaf edilmelerinin meşruluğu, sakıncasızlığı açıklandıktan sonra yüce  Allah'ın indirmiş olduğu belgeleri ve hidayeti gizli tutanlara hücum ediliyor.
Bunlar; bu surenin başından beri  olumsuz tutumlarından uzun uzun sözedilmiş olan Yahudilerdir. Burada Yahudilere tekrar hücum edilirken, aslında biz Müslümanlara şu mesaj gönderiliyor:
"Ey müminler, dikkatli olun. Kıblenin Kabe'ye döndürülmesi ve Hacc  ibadetinde bu yerin ziyaret edilmesi farz kılındığında nasıl sizin zihinlerinizi bulandırıp düşmanlık kampanyası açmışlarsa, aynı kampanya bu olayla beraber yine gündeme gelecektir."

Görüntülenme : 794


E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İletişim : Turgut Kuzan [email protected]

Web sitemizi kullanırken karşılaştığınız problemleri, önerilerinizi lütfen e-posta ile iletiniz.